RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK

I.       İLGİLİ MEVZUAT

Resmi belgede sahtecilik

Madde 204- (1) Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.

 

 

II.     SUÇUN MADDİ ve MANEVİ UNSURLARI

A.     Suçun Maddî Unsuru

TCK’nın 204. maddesinde resmi belgede sahtecilik suçu seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmıştır.

Birinci seçimlik hareket, resmi belgeyi sahte olarak düzenlemektir. Bu seçimlik hareketle, resmi belge esasında mevcut olmadığı hâlde, mevcutmuş gibi sahte olarak üretilmektedir.

İkinci seçimlik hareket, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirmektir. Bu seçimlik hareketle, esasında mevcut olan resmi belge üzerinde silmek veya ilaveler yapmak suretiyle değişiklik yapılmaktadır. Mevcut olan resmi belge üzerinde sahtecilikten söz edebilmek için, yapılan değişikliğin aldatıcı nitelikte olması gerekir. Aksi takdirde, resmi belgeyi bozmak suçu oluşur.

Üçüncü seçimlik hareket ise, sahte resmi belgeyi kullanmaktır. Kullanılan sahte belgenin kişinin kendisi veya başkası tarafından düzenlenmiş olmasının bir önemi yoktur.

Sahte resmi belge düzenleme durumunda, fail ya yeni baştan sahte bir resmi belge düzenler, ya da kısmen sahte resmi belge düzenler. Tamamen sahte resmi belge düzenlemek, belgenin kimliğini yanlış yansıtmak şeklinde olabileceği gibi, daha önce mevcut bulunan gerçek bir belgenin taklit edilmesi şeklinde de olabilir.

Yargıtay’ın bir kararına göre, “Antalya İli, … İlçesi, … Kasabasında evlendirme memuru olarak görev yapan sanık Z.K. ile sanık A.İ.’ın iştirak iradesi ile hakkında beraat kararı verilen V.’nun gerçek olmayan yaşına göre sanık A. tarafından hazırlanan sahte belgeleri kullanıp evlenme akti gerçekleştirdikten sonra bu akte ilişkin evrakları düzenleyip evlenme kütüğüne kaydını yapmak ve evlenme cüzdanı vermek şeklindeki eylemlerinde; suç tarihinde yürürlükte bulunan Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 22/2. maddesi ile Evlendirme Yönetmeliği’nin 7/2 ve 12/1. maddelerinde yer alan “Eşlerden birinin yabancı olması halinde evlendirmeye il ve ilçe belediye evlendirme memurlukları ile nüfus müdürleri yetkilidir.” hükümleri uyarınca sanık Z.K.’un yabancı birini evlendirme yetki ve görevinin bulunmadığının anlaşılması karşısında; sanıkların eylemlerinin 5237 sayılı TCK’nın 204/1. maddesi kapsamında kaldığı gözetilmeden, uygulama yeri bulunmayan aynı Yasanın 204/2. maddesi ile hüküm kurulması hatalıdır. (Y11.CD, 24/02/2015 T., 2013/439 E., 2015/22818 K.)” Bir başka kararına göre, “S.S. … Konut Yapı Kooperatifi başkanı olan sanığın, bir kısım kooperatif  üyeleri adına sahte imza atmak ya da 3. kişilere attırmak suretiyle 25.10.2005 ve 01.11.2005 tarihli genel kurula çağrı listelerini düzenlediği ayrıca 01.11.2005 tarihinde yapılan genel kurul toplantısı fiilen yapılmadığı halde, kooperatif üyelerinin bir kısmının  imzalarını taklit edip yerlerine sahte imza atarak  toplantıya iştirak etmiş  gibi genel kurul toplantı tutanağını düzenlemek suretiyle zincirleme  özel belgede sahtecilik suçunu işlediğinin iddia olunması şeklinde gerçekleşen eyleminin 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 62/son maddesi uyarınca; kooperatif yönetim kurulu üyeleri ile memurlarının kooperatifin para ve malları ile evrak ve belgeleri üzerinde işledikleri suçlar nedeniyle kamu görevlisi gibi cezalandırılacağına dair hüküm karşısında; 5237 sayılı TCK’nın 204/2. maddesinde yazılı “memurun resmi belgede sahteciliği” suçunu oluşturup oluşturamayacağı ağır ceza mahkemesince tartışılmalıdır. (Y11.CD, 29/09/2014 T., 2012/29467 E., 2014/15914 K.)”

Uygulamada sık görülen reçete sahteciliğiyle ilgili bir kararında Yargıtay “Gerçeğin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi için öncelikle SGK tarafından yapılan idari soruşturma raporuna ekli listede (ek-31) isimleri bulunan ve söz konusu malzemeyi kullandıkları tespit edilen hastaların tanık sıfatıyla dinlenmesi, karşılarında adları yazılı olan sanık doktorlar tarafından muayene ve tedavi edilip edilmedikleri, belirtilen malzemenin kendilerinde kullanılıp kullanılmadığının sorularak  adı geçen bu hastaların tüm tetkik ve tedavi evraklarının alanında uzman bilirkişi heyetine tevdii ile reçetelere yazılan malzemenin hastalıklarıyla, tetkik ve tedavileriyle uyumlu olup olmadığı, kullanılmasının zorunlu bulunup bulunmadığı ve reçeteler üzerindeki imza ve yazıların kimin el ürünü olduğu hususlarında rapor aldırılması, malzemeyle ilgili rutin uygulama ile prosedürün nasıl olduğu ve ilgili kurumlar tarafından kullanılmasının yasaklanıp yasaklanmadığının belirlenmesi,  evrakı tefrik edilen  sanıklar …, … ve …  hakkındaki dosyanın akıbetinin araştırılması, mümkün olması halinde inceleme konusu dosyayla  birleştirilmesi, aksi halde bu davayı ilgilendiren belgelerin onaylı örneğinin dosya içine alınmasından sonra, reçetelerdeki malzemenin hiç kullanılmaması veya böyle bir hastalıklarının olmadığının anlaşılması halinde resmi belge niteliğindeki reçetelerin sahte olduklarının kabulü ile; eylemlerin 5237 sayılı TCK’nın 204/2. maddesinde yaptırıma bağlanan “memurun resmi belgede sahteciliği” suçunu oluşturacağı hususu da gözetilerek sanıkların hukuki durumlarının takdiri gerekir. (Y11.CD, 18/11/2014 T., 2013/7394 E., 2014/19490 K.)” değerlendirmesinde bulunmuştur.

TCK m. 205 hükmünde de resmî belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek eylemi suç olarak düzenlenmiştir. Buna göre, gerçek bir resmi belgeyi bozan, yok eden veya gizleyen kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

TCK’nın 206. maddesi hükmüne göre de “Bir resmî belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.” Madde, doktrinde “fikrî sahtecilik” olarak adlandırılan bir suç tipini düzenlemektedir. Başkasının yerine sınava girmeye dair bir Yargıtay kararına göre, “Sanık A.S. hakkında, beraat eden sanık D.K. yerine motorlu taşıt sürücü adayları sınavına girip “Motorlu Taşıt Sürücü Adayları Sınav Cevap Kağıdını imzaladığından bahisle resmi belgede sahtecilik suçundan açılan kamu davasında, sanığın sınav esnasında görevlilerinin durumdan şüphelendiğini ifade etmesi, dosyada mevcut 03.07.2010 tarihli tutanak içeriğinden olayın sınav esnasında mı yoksa cevap kağıdının doldurulup salon başkanına tesliminden sonra mı ortaya çıktığı tam olarak anlaşılmaması karşısında, öncelikle cevap anahtarını ve söz konusu tutanağı imzalayan salon görevlileri dinlenerek bu durumun açığa kavuşturulması ve Salon Aday Yoklama Listesi getirtilerek, olayın sanık A.S.’ın “Motorlu Taşıt Sürücü Adayları Sınavı Salon Aday Yoklama Listesini” imzalayıp “Motorlu Taşıt Sürücü Adayları Sınavı Sınav Cevap Kağıdını” doldurmaya başladıktan sonra ancak salon görevlisine teslim etmesinden önce anlaşılması halinde, teslim edilen sınav cevap kağıdı belgesinin baştan itibaren görevlilerce içeriği itibariyle sahte olduğunun bilinmesi nedeniyle hukuki sonuç doğurmaya elverişli bulunmadığı, ancak sanığın gerçek kimlik ve sınava giriş belgesinde hiçbir tahrifat yapmadan “Cevap Anahtarı ve Salon Aday Yoklama Listesini” D.K. olarak imzalamış olması halinde eyleminin TCK’nin 206. maddesindeki resmi belgenin düzenlenmesi sırasında memura yalan beyanda bulunma suçunu oluşturacağı, durumun cevap kağıdının doldurularak sınav salonunda görevli olan salon başkanı ve sınav gözetmenine teslim edilip bu kişiler tarafından imzalanmasından sonra tespit edilmesi halinde ise, sanık Ayhan’ın eyleminin TCK’nin 204/1. maddesindeki resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturacağı gözetilmeksizin eksik araştırma sonucunda yazılı şekilde hüküm kurulması kanuna aykırıdır (Y11.CD, 20/09/2018 T., 2016/306 E., 2018/7107 K.)”

B.     Suçun Manevi Unsuru

Genel olarak belgede sahtecilik suçunun manevi unsuru genel kasttır. Sahtecilik suçlarında kast, zarar vermek bilinci ve iradesi olarak kabul edilmelidir. Kastın, suçun maddi unsurunu oluşturan seçimlik hareketlerden birisine ve suça konu olan şeyin belge olduğuna yönelik bulunması gerekir.

III.   SUÇUN FAİLİ ve MAĞDURU

  1. maddenin 1. fıkrası bakımından suçun faili, kamu görevlisi olmayan bir özel kişidir. 204. maddenin 2.fıkrası bakımından ise suçun faili, kamu görevlisidir. Bilindiği üzere kamu görevlisi kavramı TCK m. 6/1-c bendinde tanımlanmıştır. Buna göre kamu görevlisi; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi”yi ifade eder. Resmi belge, bir kamu görevlisi tarafından görevi gereği olarak düzenlenen yazıyı ifade etmektedir.

TCK’nın 205. maddesindeki fiiller bir özel kişi tarafından gerçekleştirebileceği gibi, bir kamu görevlisi tarafından da gerçekleştirilebilir. Ancak suçu kamu görevlisinin işlemesi bir nitelikli hal olarak öngörülmüştür.

Bunun dışında m. 210 hükmünün ikinci fıkrasında, kamu görevlisi sıfatıyla çalışmasalar bile, tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire veya diğer sağlık mesleği mensubu kişilerin, görevlerinin gereği olarak gerçeğe aykırı belge düzenlemesi, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Ancak, düzenlenen belgenin kişiye haksız bir menfaat sağlaması ya da kamunun veya kişilerin zararına bir sonuç doğurucu nitelik taşıması hâlinde, resmi belgede sahtecilik hükümlerine göre cezaya hükmolunacaktır.

Sahtecilik suçlarının mağduru kamudur.

IV.   SUÇUN NİTELİKLİ HALLERİ

204.maddenin ikinci fıkrasında, resmi belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi ayrı bir suç olarak tanımlanmaktadır. Birinci fıkrada tanımlanan suçtan farklı olarak, bu suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesinin yanı sıra, suçun konusunu oluşturan belgenin kamu görevlisinin görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmî bir belge olması gerekir.

204.maddenin üçüncü fıkrasında, resmi belgede sahtecilik suçunun konu bakımından nitelikli unsuru belirlenmiştir. Buna göre suçun konusunu oluşturan resmî belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması hâlinde, cezanın belirlenen oranda artırılması gerekir.

  1. maddenin 1. fıkrasının 2. cümlesi hükmü uyarınca resmi belgenin kamu görevlisi tarafından bozulması, yok edilmesi veya gizlenmesi, bu suçun nitelikli şekli olarak tanımlanmıştır.

V.     DAHA AZ CEZAYI GEREKTİREN HAL

TCK’nın 211. maddesine göre, Bir hukukî ilişkiye dayanan alacağın ispatı veya gerçek bir durumun belgelenmesi amacıyla belgede sahtecilik suçunun işlenmesi hâlinde, verilecek ceza, yarısı oranında indirilir.

VI.   SUÇUN ÖZEL GÖRÜNÜŞ BİÇİMLERİ

A.     Teşebbüs

Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur (TCK m. 35/1). Suça teşebbüs halinde fail, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onüç yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir (TCK m. 35/2).

Resmî belgede sahtecilik suçu, suçun maddi unsurunu teşkil eden seçimlik hareketlerden birisinin gerçekleştirilmesiyle tamamlanacağından, bu seçimlik hareketlerden herhangi birisini yapmaya yönelik olarak doğrudan doğruya icraya başlayıp da failin elinde olmayan nedenlerden dolayı suçun tamamlanamaması halinde teşebbüs durumu söz konusu olur.

B.     İştirak

Resmî belgede sahtecilik suçunu düzenleyen TCK’nın 204. maddesinin 1. fıkrasındaki eylem herkes tarafından işlenebileceğinden, burada TCK’nın iştirake ilişkin bütün hükümleri uygulanabilir.

Fakat 204. maddenin 2.fıkrasındaki eylem, özgü suç mahiyetindedir. Yani bu suçun faili ancak kamu görevlisi olabilir. Bir başka ifadeyle burada özel faillik söz konusudur. Özel faillik niteliğinin arandığı suçlarda, ancak bu niteliğe sahip olan kişiler fail olabilir

C.     İçtima

TCK’nın 212. maddesi metninde, sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması hâlinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunacağı kabul edilmiştir. Konuya dair bir Yargıtay kararına göre, “5237 sayılı TCYnın 212. maddesindeki; Sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması halinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur şeklindeki düzenlemenin, TCYnın genel hükümleri arasında yer almaması nedeniyle, TCYnın 5. maddesindeki, yasanın genel hükümleri arasında yer alan düzenlemelerin özel yasalar açısından da uygulanacağı kuralı kapsamında özel yasalar açısından da uygulama olanağı bulunmamaktadır. 5237 sayılı TCYnın 212. maddesi yalnızca TCY içinde düzenlenen suçlara ilişkin olarak uygulanabilecek bir kuraldır. Özel yasalarda düzenlenen suçların işlenmesi sırasında sahte evrak düzenlenmiş olması halinde failin ayrıca bu suçtan da cezalandırılabilmesi için o yasada özel bir düzenleme yapılmış olması zorunlu olup aksinin kabulü ceza kanunlarında kıyasın uygulanması anlamına gelecektir. Nitekim yasa koyucu 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Yasasının 5. maddesinin 4. fıkrası ile bu yasa açısından bir kural koymakla kalmamış, bunun yanında böyle bir hüküm bulunmayan özel yasalar açısından TCYnın 212. maddesinin uygulanamayacağına ilişkin iradesini de dolaylı olarak ortaya koymuştur. 5411 sayılı Bankacılık Yasasında sahtecilik suçundan ayrıca cezaya hükmolunacağına ilişkin bir düzenleme olmaması ve nitelikli zimmet suçu için öngörülen ceza miktarının ağırlığı birlikte değerlendirildiğinde bunun yasa koyucunun bilinçli bir tercihi olduğu ve bu suçu bileşik suç olarak düzenlediği sonucuna ulaşılmaktadır. (YCGK, 06/04/2010 T., 2010/7-38 E., 2010/79 K.)”

 

VII.  SUÇU KOVUŞTURMAYLA GÖREVLİ MAHKEME

–    204. Maddenin 1. fıkrası hükmü söz konusu olduğunda kovuşturmayla görevli mahkeme Asliye Ceza Mahkemesidir.

–    204. Maddenin 2. fıkrası hükmü söz konusu olduğunda kovuşturmayla görevli mahkeme Ağır Ceza Mahkemesidir (5235 sayılı kanunun 12. maddesi gereği).

–    205. Madde hükmü söz konusu olduğunda kovuşturmayla görevli mahkeme Asliye Ceza Mahkemesidir.

–    206. Madde hükmü söz konusu olduğunda kovuşturmayla görevli mahkeme Asliye Ceza Mahkemesidir.

VIII. SUÇUN YAPTIRIMI

–    204. maddenin 1.fıkrası söz konusu olduğunda verilecek ceza iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasıdır.

–    204. maddenin 2.fıkrası söz konusu olduğunda verilecek ceza üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasıdır.

–    204. maddenin üçüncü fıkrasında düzenlendiği üzere, resmî belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması hâlinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.

–    205. maddede düzenlendiği üzere, gerçek bir resmî belgeyi bozan, yok eden veya gizleyen kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu maddedeki suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

–    206. maddede düzenlendiği üzere, bir resmî belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.

–    211. maddede düzenlendiği üzere, bir hukukî ilişkiye dayanan alacağın ispatı veya gerçek bir durumun belgelenmesi amacıyla belgede sahtecilik suçunun işlenmesi hâlinde, verilecek ceza, yarısı oranında indirilir.

IX. SUÇUN SORUŞTURULMASI VE KOVUŞTURULMASI

Resmi belgede sahtecilik suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olmaksızın re’sen yapılır.

X.     YARGITAY KARARLARI

A.     Ceza Genel Kurulu Kararları

Özet: Sanığın sahte belgelerle müracaat ederek H. Demir adına nüfus cüzdanı ve pasaport düzenlettiği, sahte pasaportla yurt dışına çıktığı ve sahte nüfus cüzdanı kullanarak da yurda giriş yaptığı göz önüne alındığında; “resmi belgede sahtecilik” suçunun nüfus cüzdanının en son kullanıldığı 25.10.2005 tarihinde tamamlandığı ve sanık hakkında bu tarih itibari ile yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK hükümleri uyarınca uygulama yapılması gerektiği gözetilmelidir.

Sahtecilik suçundan sanık E. Albayrak’ın 765 sayılı TCK’nun 350/3 ve 80. maddeleri uyarınca 1 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, İzmir 22. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 13.09.2007 gün ve 190-398 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 22.02.2012 gün ve 421-2031 ile; “gerekçeli karar başlığında yanlış yazılan suç tarihinin suça konu sahte belgelerden nüfus cüzdanının en son kullanıldığı tarih olan 25.09.2005 olarak mahallinde düzeltilmesi mümkün görülmüştür” açıklaması ve eylemin suç tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK’nun 204/1 ve 43. maddelerine uyduğu, cezanın alt sınırdan tayin olunması halinde dahi cezanın 2 yılın üzerinde olacağı eleştirisine yer verilmek suretiyle onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 11.04.2012 gün ve 6342 sayı ile;

“….Yargıtay 11. Ceza Dairesi ilgili kararında, sanığın sahte belge düzenlemesi eylemiyle ilgili olarak suç tarihinin 25.09.2005 olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Suç tarihinin 25.09.2005 tarihi olarak kabulü gerektiği kabul edildiği takdirde, sanığın eylemine uyan 5237 sayılı TCY hükümleri uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi gerekeceği halde, yazılı şekilde yerel mahkemenin kararının onanması yasaya aykırılık oluşturmaktadır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire onama kararının kaldırılması ve hükmün bozulması talebinde bulunmuştur.

5271 sayılı CMK’nun 308. maddesi uyarınca dosyanın gönderildiği Yargıtay 11. Ceza Dairesince 10.09.2012 gün ve 22294-14566 sayı ile itirazın yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Sanığın sahtecilik suçundan cezalandırılmasına karar verilen ve suçun sübutuna yönelik bir uyuşmazlık bulunmayan olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, aleyhe temyiz bulunmayan davada Özel Dairece  suç tarihinin 25.09.2005 olduğunun tespiti halinde 765 sayılı TCK uyarınca kurulan mahkumiyet hükmünün eleştiri ile onanmasının mı, yoksa kazanılmış hak gözetilerek bozulmasının mı gerektiğinin belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

Sanığın, üzerinde kendi fotoğrafı bulunan ancak H.Demir isimli şahsın kimlik bilgilerini içeren nüfus cüzdanı talep belgesi ile 28.06.2004 tarihinde Bornova Nüfus Müdürlüğüne müracaat ederek  I09-692573 seri numaralı nüfus cüzdanını, daha sonra da bu nüfus cüzdanıyla 29.06.2004 tarihinde Bornova Emniyet Müdürlüğüne başvurarak 0-291550 seri numaralı pasaportu aldığı, 02.07.2004 tarihinde bu sahte pasaport ve nüfus cüzdanını kullanarak İzmir Adnan Menderes havalimanından yurtdışına çıktığı, 24.10.2005 tarihinde ise sınırdışı edilerek geldiği İstanbul Atatürk havalimanından I09-692573 seri numaralı nüfus cüzdanını ibraz ederek pasaportsuz yurda giriş yaptığı, Pasaport Kontrol Büro Amirliği görevlilerince sanığın durumu incelendiğinde ve yapılan mülakat sonucunda başkasına ait bilgilerle nüfus cüzdanı ve pasaport alarak yurtdışına çıkış yaptığının ve gerçek kimliğinin A. ve M. oğlu, 1967 doğumlu E. Albayrak olduğunun tespit edildiği, suça konu nüfus cüzdanı aslının sanıktan ele geçirildiği ve dosya arasında bulunduğu, pasaportun ise bulunamadığı,

İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü ekspertiz ve Adli Tıp Uzmanı bilirkişi raporlarına göre nüfus cüzdanında ve nüfus cüzdanı talep belgesi ile pasaport istek formunda silinti, kazıntı veya ilave yoluyla tahrifat yapıldığını gösterir herhangi bir bulguya rastlanılmadığının belirlendiği, sanık hakkında başkası adına  sahte nüfus cüzdanı ve pasaport çıkartarak kullandığı iddiası ile kamu davası açıldığı, yerel mahkemece suç tarihinin 1 Haziran 2005’ten önce olduğu ve sanığın eyleminin suç tarihi itibarıyla yürürlükte olan 765 sayılı TCK’nun 350/3 ve 80. maddelerine uyduğu kabul edilerek anılan maddeler uyarınca mahkumiyetine karar verildiği, sanığın aşamalarda Halil Demir adına nüfus cüzdanı ve pasaport düzenletip yurt dışına çıktığını, yurt dışında pasaportu yırttığını ve 24.10.2005 tarihinde yakalanıp sınırdışı edildiğini savunduğu,

Anlaşılmaktadır.

Nüfus cüzdanı ve pasaportlar gerek 765 sayılı TCK, gerekse 5237 sayılı TCK uygulaması bakımından “resmi” nitelikteki belgelerden olup, bunlar üzerinde yapılan sahtecilik fiilleri 765 sayılı TCK’nun 350 ve 5237 sayılı TCK’nun ise 204. maddesinde yaptırım altına alınmıştır.

Buna göre 765 sayılı TCK’nun 350. maddesi uyarınca; “hüviyet cüzdanlarını, nüfus tezkerelerini, pasaportları ve ruhsatnameleri taklid edenler veya bunların yazılarını değiştirenler; bu gibi sahih vesikaları kimlere ita kılınmış ise onlardan başkasına veya diğer bir mekân ve zamanda verilmiş gibi göstermek maksadile değiştirenler yahut bunların sıhhat ve itibarı için lâzım gelen tasdik muamelesini ve matlûb olan şartlarını sahte olarak ifa kılınmış gibi gösterenler ve böyle taklid edilmiş veya değiştirilmiş nüfus tezkere ve hüviyet cüzdanı ve pasaport ve ruhsatnameleri kullanan ve kullanmak maksadı ile başkalarına teslim ve ita eyleyenler” bir yıldan üç yıla kadar hapis, 5237 sayılı TCK’nun 204/1. maddesi uyarınca da; “bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan” kişiler iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaları öngörülmüştür.

Görüldüğü üzere hem 765 sayılı TCK hem de 5237 sayılı TCK’nda nüfus cüzdanı ve pasaportlarda sahtecilik “seçimlik hareketli” bir suç olarak düzenlenmiştir.

Seçimlik hareketli suçlar, suçun kanuni tanımında gösterilen alternatifli hareketlerden herhangi birisinin işlenmesi ile tamamlanabilen suçlardır. Seçimlik hareketlerin tamamının işlenmesi şart olmayıp, bir tanesinin işlenmesi suçun oluşması için yeterlidir. Seçimlik hareketlerden birkaçı ya da hepsi birlikte işlenmiş olsa dahi tek suç oluşacak, ancak bu durum TCK’nun 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önünde tutulabilecektir. Seçimlik hareketlerden birisi tamamlanmış ise diğeri teşebbüs aşamasında kalsa dahi suç tamamlanmış kabul edilecektir. Bu suçlarda, suç tarihi en son seçimlik hareketin yapıldığı tarih olup dava zamanaşımı da bu tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır.

Suç hangi kanunun yürürlüğü zamanında işlenmişse, kural olarak o kanunun hükümlerine tâbidir. Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.  Buna karşılık yeni kanun zamanında işlenen suçlara eski kanun hükmünün, lehe de olsa uygulanması mümkün değildir. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, Ankara, 2012, s. 66; )

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Sanığın sahte belgelerle müracaat ederek H. Demir adına nüfus cüzdanı ve pasaport düzenlettiği, sahte pasaportla yurt dışına çıktığı ve sahte nüfus cüzdanı kullanarak da yurda giriş yaptığı göz önüne alındığında; “resmi belgede sahtecilik” suçunun nüfus cüzdanının en son kullanıldığı 25.10.2005 tarihinde tamamlandığı ve sanık hakkında bu tarih itibari ile yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK hükümleri uyarınca uygulama yapılması gerektiği gözetilmeden, mülga 765 sayılı TCK hükümleri uyarınca uygulama yapılması kanuna aykırıdır. Aleyhe temyiz bulunmasa ve sanığın lehine hükümler içerse dahi mülga bir kanunun, yürürlükten kalkmasından sonra işlenen bir suça uygulanması mümkün değildir. Aleyhe temyiz bulunmaması halinde ise 1412 sayılı CMUK’nun 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı itibari ile sanığın kazanılmış hakkının korunacağı ilkesine bağlı kalınarak, ceza süresi yönünden aleyhe hüküm kurulamayacağı kabul edilmelidir.

Bu itibarla, haklı nedene dayanan itirazın kabulü ile Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 22.02.2012 gün ve 421-2031 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,

3- İzmir 22. Asliye Ceza Mahkemesinin 13.09.2007 gün ve 190-398 sayılı hükmünün, suç tarihi yanlış belirlenerek 5237 sayılı TCK yerine mülga 765 sayılı TCK hükümleri uyarınca uygulama yapılması isabetsizliğinden, ceza miktarı yönünden 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan  326/son maddesi uyarınca kazanılmış hak saklı kalmak şartıyla BOZULMASINA,

4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 12.02.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi. (YCGK, 12/02/2013 T., 2012/11-1445 E., 2013/54 K.)

 

Özet: 5237 sayılı Kanun’un “Kamu güvenine karşı suçlar” bölümünde düzenlenen ve belgenin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi ile kamu güveninin sarsıldığı kabul edilerek suç sayılıp yaptırıma bağlanan “belgede sahtecilik” suçunun hukuki konusunun kamu güveni olduğu, suçun işlenmesi ile kamu güveninin sarsılması dışında, bir veya birden fazla kişinin de haksızlığa uğrayıp, suçtan zarar görmesi halinde dahi, suçun mağdurunun toplumu oluşturan bireylerin tamamının, diğer bir ifadeyle kamunun olduğuna dair kabulünün etkilenmeyeceği, eylemin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi halinde bu kişinin mağdur değil, suçtan zarar gören olacağının kabulü gerekeceği gözetilmelidir.

Resmi evrakta sahtecilik suçundan sanıklar M.. Ş.. ve C.. Ş..’in 765 sayılı TCK’nun 339/1 ve 59. maddeleri uyarınca 5’er kez 2 yıl 6 ay ağır hapis cezası ile cezalandırılmalarına ilişkin, Yalova Ağır Ceza Mahkemesince verilen 07.02.2003 gün ve 240-26 sayılı hükmün sanık Mehmet müdafii ve sanık Cemal tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 26.05.2004 gün ve 164-6773 sayı ile;

“Davaya konu 5 adet suç tutanağında, haklarında tutanak düzenlenen kişilerin üretim rampalarındaki istif yerleri ile kesilen emvallerin Kurtköy Orman deposuna naklettirilip, teslim tutanağı ile depo memuru Kaya A.. A..’a teslim edildiğinin belirtilmesi karşısında, öncelikle suç tarihlerinde anılan kişilere ait Orman İdaresi’nce belirlenip gösterilen istif yeri olup olmadığı; depoya nakledilen emvallerin, kesim yerinden mi yoksa istiflerdenmi alındığı, depoya kimler tarafından ne şekilde nakledildiği ve nakledenlerin kimlikleri belirlenip, bu kişiler ile gerektiğinde depo memurunun da konu hakkındaki bilgisine başvurularak sonucuna göre delillerin bir bütün halinde takdiri yerine, eksik soruşturma ile yetinilip yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Bozmaya uyan yerel mahkemece 24.04.2006 gün ve 136-85 sayı ile; sanıkların resmi belgede sahtecilik suçundan lehe olan 765 sayılı TCK’nun 339/1 ve 59. maddeleri uyarınca 5’er kez 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, aynı kanunun 71. maddesi gereğince sonuç olarak sanıkların ayrı ayrı 10 yıl 30 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir.

Bu hükmün de sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 20.06.2012 gün ve 18055-12032 sayı ile;

“Orman muhafaza memuru olan sanıkların mağdurlar hakkında ayrı ayrı 5 adet sahte suç tutanağı tuttukları ve bu tutanaklara istinaden 6831 sayılı Yasaya muhalefet suçundan yargılama yapılmasına sebebiyet verdikleri şeklindeki eylemlerinin; zincirleme biçimde ‘memurun resmi belgede sahteciliği’ suçunu oluşturduğu gözetilerek; 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9. maddeleri hükmü uyarınca sanıkların eylemlerine suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK’nun 339/1, 80, 59. maddeleriyle, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Yasanın 204/2, 43 ve 62. maddeleri ayrı ayrı ve bir bütün halinde uygulanarak bulunacak sonuçların karşılaştırılması suretiyle lehe yasanın tespiti ile sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde ayrı ayrı 5 kez 339/1 ve 59. maddeleri gereğince uygulama yapılarak fazla ceza tayini” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 31.08.2012 gün ve 172276 sayı ile;

“….Resmi belgenin düzenlenmesinde, suçtan zarar gören toplumun yanında bir kimsenin mağduriyeti veya zararı da söz konusu ise, zincirleme suç hükümleri uygulanamaz,

Sahtecilik suçları 5237 sayılı TCK’nın 4. Bölümünde Kamu Güvenine Karşı Suçlar bölümünde düzenlenmiştir. Düzenlenen her sahte belgenin ayrı bir suç oluşturduğu, resmi belgede sahtecilik suçlarında korunması gereken yararın kamunun güveni olduğu, sahte resmi belge ya da özel belgenin bir kimsenin mağduriyetine neden olmadığı takdirde suçtan zarar görenin kamu ya da toplum olduğu açıktır. Ancak sahte resmi veya özel belgenin gerek sadece toplumun gerekse bir gerçek ya da tüzel kişinin zararına ve mağduriyetine yol açacak biçimde düzenlenmesi, aynı kişiye ilişkin birden fazla belgede gerçekleşmiş ise, 5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesinde öngörülen ‘Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. ….Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.’ hükmü gereğince zincirleme suç hükümlerinin uygulanmasını gerekir. Ancak resmi belgenin düzenlenmesi ve özel belgenin düzenlenip kullanılmasında, suçtan zarar gören toplumun yanında bir kimsenin mağduriyeti veya zararı da söz konusu ise, bu takdirde bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi niteliğinde olmadığından zincirleme suç hükümleri uygulanamaz, failin zincirleme suç hükümlerine göre değil ayrı ayrı suçlardan cezalandırılmasından söz edilir.

Somut olaya gelince; Orman muhafaza memuru olan sanıklar tarafından beş ayrı mağdur hakkında 20.07.2009, 25.07.2009, 28.07.2009 ve 29.07.2009 tarihlerinde sahte suç tutanağı düzenlemek suretiyle, sahtecilik suçları açısından birbirinden bağımsız beş ayrı resmi belgede sahtecilik suçu oluşmuştur. Nitekim Yargıtay 11.Ceza Dairesi de, birden fazla kişiye karşı işlenen sahtecilik eylemlerinin, bağımsız suçlar oluşturduğunu kabul etmektedir. (11.CD, 7.5.2008, 755/4666).

Sonuç olarak, adına sahte belge düzenlenmesi nedeniyle sahtecilikten mağdur olan kişi sayısınca sahtecilik suçunun oluştuğu ve sanıkların belge sayısınca cezalandırılması gerektiğinden yerel mahkemenin kabul ve uygulamasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

5271 sayılı CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 11. Ceza Dairesince 20.03.2013 gün ve 22320-4591 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıklar hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Orman muhafaza memuru olan sanıklar M.. ve C..’in sorumluluk bölgelerinde “makta dışı” usulsüz kesim yaptırdıkları, bu durumun sonradan yapılan kontrollerde anlaşılması üzerine, kendilerini kurtarmak amacıyla gerçekte kaçak kesim yapmadıkları halde katılanlar K.., R., İ.., Ş. ve Ş. hakkında 20-25-28-29.07.1999 olmak üzere ayrı ayrı tarihlerde beş ayrı suç tutanağı düzenledikleri, sahte düzenlenen tutanakların aynı gün Cumhuriyet Başsavcılığına verilerek katılanlar hakkında suç duyurusunda bulunulduğu, tutanaklara istinaden açılan kamu davaları sonucunda katılanların tamamının 6831 sayılı Kanuna aykırılık suçundan mahkûmiyetlerine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için öncelikle gerek suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK, gerekse sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK hükümlerine göre zincirleme suçun incelenmesi gerekmektedir.

5237 sayılı TCK’na hakim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak, “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda da; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır” şeklinde ifade edilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise, 5237 sayılı TCK’nun “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.

Zincirleme suç, 765 sayılı Kanunun 80. maddesinde; “Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlal edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır” şeklinde düzenlenmiştir. Buna karşın 5237 sayılı TCK’nun 43/1. maddesinin ilk cümlesinde; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır” biçiminde zincirleme suç, ikinci fıkrasında ise; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır” denilmek suretiyle de aynı neviden fikri içtima düzenlemesine yer verilmiştir.

Suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK’nun 80. maddesindeki tanımdan da anlaşılacağı üzere, zircirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için; birden fazla suçun işlenmesi, bu suçların kanunun aynı hükmünü ihlal etmesi ve birden fazla suçun aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gereklidir.

5237 sayılı TCK’nun 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,

b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,

c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.

765 sayılı TCK’da yer alan “muhtelif zamanlarda vaki olsa bile” ifadesi karşısında, aynı suç işleme kararı altında birden fazla suçun aynı zamanda işlenmesi durumunda, diğer şartların da varlığı halinde zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi mümkündür. Nitekim 765 sayılı TCK’nun yürürlüğü zamanında bu husus yargısal kararlarla kabul edilmiş ve uygulama bu doğrultuda yerleşmiştir. 5237 sayılı TCK’nun 43/1. maddesinde bulunan, “değişik zamanlarda” ifadesi nedeniyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için, suçların mutlaka değişik zamanlarda işlenmesi gereklidir ki, bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu halde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK’nun 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önüne alınabilecektir.

5237 sayılı Kanunun 43/1. maddesinin açıklığı karşısında öğretide de, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır.

Öte yandan, kanunumuz zaman konusunda olduğu gibi, suçların işlendikleri yer bakımından da bir sınır koymamıştır. Ancak, suçların aynı yerde işlenmeleri, suç işleme kararındaki birliğin bir işareti olarak kabul edilebilir.

Bağımsız kastları birleştiren suç işleme kararından, kanunun aynı hükmünü birkaç defa ihlal etmek hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyet anlaşılmalıdır. Fail, önceden belirlediği böyle bir plân veya niyet kapsamında, bunu bir defada gerçekleştirmek yerine, kısımlara bölmeyi ve o suretle gerçekleştirmeyi daha uygun görmüş ve bu plâna göre hareket etmiş olduğundan, birden fazla olan kısımlar, yani ayrı suçlar, tek bir müteselsil suç meydana getirirler. (Sulhi Dönmezer-Sahir Erman, Nazarî ve Tatbikî Ceza Hukuku, Beta Yayınevi, Cilt I, 14. bası, s.398)

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun konuya ilişkin 30.05.2006 gün ve 173/145, 13.10.1998 gün 305/304, 20.03.1995 gün ve 48/68 ile 02.03.1987 gün ve 341/84 sayılı kararlarında, öğretideki yukarıda değinilen görüşlere yer verildikten sonra “aynı suç işleme kararından” yasanın aynı hükmünü birçok kez ihlal etme hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyetin anlaşılması gerektiği, bu bağlamda failin suçu işlemeden önce bir plan yapmasının veya bu suça niyet etmesinin, fakat fiili bir defada yapmak yerine kısımlara bölmeyi ve o surette gerçekleştirmeyi daha uygun görmesinin, bu plan çerçevesinde hareket etmesinin, hareketinin önceki hareketinin devamı olmasının ve tüm bu hareketleri arasında subjektif bir bağlantı bulunmasının anlaşılması, aynı suç işleme kararının varlığı, olaysal olarak suçun işlenmesindeki özellikler, suçun işleniş biçimi, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, mağdurların farklı olup olmadıkları, ihlal edilen değer ve yarar ile korunan değer ve yarar, olayların oluşum ve gelişimi ile tüm özellikleri değerlendirilerek belirlenmesi gerektiği, suçların işlenme tarihleri arasında az veya çok bir zaman aralığı bulunması, suç mağdurlarının birden fazla olması halinde teselsülü reddetmenin adalet ve hakkaniyete uygun bulunmayacağı hususlarının genel bir kabul gördüğü de kabul edilmiştir.

Sahtecilik suçunun farklı kişilere yönelik gerçekleşmiş olması nedeniyle, 5237 sayılı TCK’nun 43. maddesinin 2. fıkrası üzerinde de durmak gerekir. Aynı neviden fikri içtima olarak kabul edilen bu durumda, fiil yani hareket tektir ve bu fiille aynı suç birden fazla kişiye karşı işlenmektedir. Burada, hareket tek olduğu için, fail hakkında bir cezaya hükmolunacak, ancak bu ceza TCK’nun 43/1. maddesine göre artırılacaktır. Ancak burada kastedilen, fiil ya da hareketin, doğal anlamda değil hukuksal anlamda tekliğidir. Bazen suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuksal anlamdaki “tek bir fiili” oluşturmaktadır.

5237 TCK’nda, bazı suçlarda özel olarak aynı neviden fikri içtima hükmüne yer verilmiştir. Örneğin; belirsiz sayıda kişilerin sağlığını bozmak amacıyla ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli olacak surette, radyasyona tabi tutulması halinde, radyasyon yayma suçunun temel şekline nazaran daha ağır ceza öngörülmüştür (TCY’nın 172/2. md.). Bu suçlar için özel bir aynı neviden fikri içtima kuralı öngörülmüş olduğundan, ayrıca TCY’nın 43/2. maddesi uyarınca cezanın arttırılması yoluna gidilmeyecektir.

Aynı neviden fikri içtimadan söz edilebilmesi için;

1- Hareket ya da fiilin hukuksal anlamda tek olması,

2- Birden fazla suçun işlenmiş olması,

3- İşlenen birden fazla suçun “aynı suç” olması,

4- Bu suçların mağdurlarının farklı olması gerekmektedir.

Bu dört şart birlikte gerçekleştiğinde, faile tek ceza verilecek, ancak bu ceza artırılacaktır. Somut olayda sanıkların sahtecilik eylemlerinin farklı zamanlarda gerçekleşmiş olmaları nedeniyle tek bir fiil olarak kabulü mümkün olmadığından 5237 sayılı TCK’nun 43/2. maddesinin uygulanma şartları bulunmamaktadır.

Birden çok belgede sahtecilik suçunun, zincirleme ya da ayrı suçlar mı oluşturacağı problemini çözümlerken, korunan hukuki yarar, suçun mağduru ve suçtan zarar gören kavramları da ele alınmalıdır.

Belgede sahtecilik suçları 765 sayılı TCK’nun “Cürümler” başlıklı ikinci kitabının, “Ammenin İtimadı Aleyhinde Cürümler” başlıklı altıncı babının, “Evrakta Sahtekarlık” başlıklı üçüncü faslında düzenlenmişken, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nun ise “Özel Hükümler” başlıklı ikinci kitabının, “Topluma Karşı Suçlar” başlıklı üçüncü kısmının, “Kamu Güvenine Karşı Suçlar” başlıklı dördüncü bölümünün 204 ila 212. maddelerinde düzenlenmiş olup, her iki kanun yönüyle de belgede sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamunun güvenidir.

Nitekim 765 sayılı Kanun döneminde Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.06.2004 gün ve 94-132 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında istikrarlı olarak, suçla korunan yararın kamu güveni olduğu kabul edilmiş ve; “Evrakta sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamunun güvenidir. Belgelerin gerçeğe aykırı düzenlenmesi, gerçek belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi, eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek suç sayılıp, yaptırıma bağlanmıştır. Bu nedenle de fiilen bir zararın ortaya çıkması aranmamakta, zarar olasılığı yeterli görülmektedir” denilmiştir. Hatta, 765 sayılı TCK’nun 339 ve 355. maddeleri ile ilgili olarak ceza miktarlarını belirlemede kanun koyucunun suçun kamu güvenini bozmadaki etkinliğini ölçü aldığı kabul edilmiştir. (CGK’nun 06.11.2007 gün ve 223-224 sayılı kararı)

Aynı şekilde Yargıtay bu görüşünü 5237 sayılı TCK’nun yürürlüğe girmesinden sonra da sürdürmekte olup, Ceza Genel Kurulunun 06.03.2007 gün ve 276-55 sayılı kararında bu husus; “Evrakta sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamu güvenidir. Belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgeye ekleme yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek suç sayılmıştır” şeklinde ifade edilmiştir. Özel Daire kararları da aynı yöndedir, Örneğin; “Belgede sahtecilik … suçunun hukuki konusu kamunun güveni olup, suçun oluşması için genel kast ve zarar olasılığı yeterlidir” (Yargıtay 11. CD’nin 05.03.2008 gün ve 1232-1298 sayılı kararı).

Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, “haksızlığa uğramış kişi” olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de bunlar mağdur olamayacaklardır.

Mağdurun belirlenmesi, suçun unsurlarının veya nitelikli hallerinin gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti ile özellikle 5237 sayılı TCK yönüyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının çözümü konusu başta olmak üzere bir çok ceza hukuku hükmünün doğru ve isabetli uygulanabilmesi açısından önemli olmasına rağmen, 5237 sayılı TCK başta olmak üzere ceza kanunlarımızda mağdurun bir tanımı yapılmamıştır. Öğretide de kabul olunduğu üzere kanun koyucunun bu tercihi öncelikle kapsayıcı bir tanım yapmanın zorluğundan kaynaklanmakta, diğer taraftan kavramın bazen dar bazen de geniş yorumlanmasına duyulan ihtiyaç bu yönde bir tercihi zorunlu kılmaktadır.

Mağdur kavramı gibi kanunda açıkça tanımlanmamış olan “suçtan zarar görme” kavramı ise, gerek Ceza Genel Kurulu, gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında; “suçtan doğrudan doğruya zarar görmüş bulunma hali” olarak anlaşılıp uygulanmış, buna bağlı olarak da dolaylı veya muhtemel zararların, davaya katılma hakkı vermeyeceği kabul edilmiştir. Nitekim bu husus, Ceza Genel Kurulunun 03.05.2011 gün ve 155–80, 04.07.2006 gün ve 127–180, 22.10.2002 gün ve 234–366 ile 11.04.2000 gün ve 65–69 sayılı kararlarında; “dolaylı veya muhtemel zarar, davaya katılma hakkı vermez” şeklinde açıkça belirtilmiştir.

Mağdur ile suçtan zarar gören kavramları aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilecektir. Bazı suçlarda mağdur belirli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir. (Mehmet .. A.. – Ahmet G.. – A. C.. Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Turhan Kitabevi, 3. Bası, Ankara, 2007, s.444; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. Bası, Ankara, 2013, s. 212 – 215; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 6. Bası, Ankara, 2013, s.107 – 109; Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan–Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, Ankara, Adalet Yayınevi, 2014, 6. cilt, s.7958-7959)

Mağdurun kim olduğunun belirlenmesinde öncelikle madde metnine bakılmalı, madde metninin yeterli olmadığı durumlarda hükmün konuluş amacı, suçun düzenlendiği yer gibi hususlar birlikte değerlendirilerek sonuca ulaşılmaya çalışılmalıdır.

Bu bağlamda gerek 765 sayılı TCK’nun, gerekse de 5237 sayılı TCK’nun belgede sahtecilik suçlarının düzenlendiği madde metinlerinde suçun mağdurunun kim olduğuna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemesi, belgede sahtecilik suçlarının hukuki konusunun kamunun güveni olması ve bu suçların kamu güvenine karşı suçlar bölümünde düzenlenmiş bulunması hususları birlikte değerlendirildiğinde, bu suçların mağdurunun toplumu oluşturan bireylerin tamamının, diğer bir ifadeyle kamunun olduğunun, eylemin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi halinde bu kişinin mağdur değil, suçtan zarar gören olacağının kabulü gerekmektedir. Aksinin kabulü halinde, somut olayda olduğu gibi birden fazla kişiye karşı işlenmiş olan sahtecilik suçlarında hükmolunacak sonuç ceza miktarları gözönünde bulundurulduğunda, 5237 sayılı TCK’nun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin gerekçesinde, “Suç işlenmesiyle bozulan toplum düzeninde adaletin sağlanması için suç işleyen kimseye uygulanacak ceza hukuku yaptırımlarının haklı ve ölçülü olması gerekir. Çünkü ancak haklı ve suçun ağırlığıyla orantılı bir yaptırım ile suç işleyen kişinin bu fiilinden pişmanlık duyması sağlanabilir ve yeniden topluma kazandırılması söz konusu olabilir” şeklinde açıklanmış olan ölçülülük ilkesine aykırı davranılmış olunacaktır.

Öğreti de, belgede sahtecilik fiilinin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi halinde ilgili kişinin de mağdur sayılacağı yönünde bir kısım görüşler olmakla birlikte, çoğunluk itibariyle, anılan suçların mağdurunun kamu olduğuna ilişkin, “Sahtekarlık suçlarının mağduru daima Devlettir. Bu suçlar dolayısıyla maddi ya da manevi bir zarara uğrayan kimse ise, mağdur olmayıp, ‘suçtan zarar gören kişi’ sayılır ve böyle bir veya bir kaç kişinin bulunması, suçun kukuki konusunu etkilemez” (Sahir Erman, Ticari Ceza Hukuku Cilt III, Sahtekarlık Suçları, İstanbul 1981, 4. Baskı, s.10), “Resmi evrakta sahtecilik suçları TCK’da topluma karşı işlenen suçlar bölümünde düzenlenmiş olduğu için bu suç tiplerinin toplumu oluşturan bireylerin tamamına karşı işlenmiş olduğunun kabulü gerekir.” (Veli Özer Özbek, Mehmet Nihat Kanbur, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 4. Baskı, 2012, s. 759) şeklinde görüşler bulunmaktadır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanıkların kaçak kesim yapmadıkları halde katılanlar K.., R.., İ.., Ş.. ve Ş. hakkında 20-25-28-29.07.1999 olmak üzere ayrı ayrı tarihlerde düzenledikleri beş ayrı suç tutanağını aynı gün Cumhuriyet Başsavcılığına vererek, katılanlar hakkında suç duyurusunda bulunmaları şeklinde gerçekleşen somut olayda, katılanlar K.., R., İ.., Ş. ve Ş..’in kamu görevlisinin resmi belegede sahtecilik suçunun mağduru olmayıp, suçtan zarar gören olmaları, orman muhafaza memuru olan sanıkların farklı tarihlerde düzenledikleri suça konu sahte tutanakları, sorumluluk bölgelerinde “makta dışı” usulsüz kesim yaptırmış olmalarının kontrollerde ortaya çıkması üzerine, kendilerini kurtarmak amacıyla bir suç işleme kararı kapsamında düzenlemiş bulunmaları hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanıklar hakkında hem 765 sayılı TCK hem de 5237 sayılı TCK yönüyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.

Bu itibarla, yerel mahkeme hükmünün, sanıklar hakkında her iki kanun yönüyle de zincirleme suç hükümleri uygulanarak lehe kanunun belirlenmesi gerektiğinden bahisle Özel Dairece bozulması isabetli olup, itirazın reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Genel Kurul Üyesi; itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,

2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 08.04.2014 günü yapılan birinci müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamadığından, 22.04.2014 günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğu ile karar verildi. (YCGK, 22/04/2014 T., 2013/397 E., 2014/202 K.)

B.     Daire Kararları

Özet: Sanığın, müşteki Mehmet Aydın adına düzenlenmiş sürücü belgesine kendi fotoğrafını yapıştırıp bu belge ile araç kiralama sözleşmesi imzalamak şeklinde gerçekleşen olayda, suça konu sürücü belgesi aslının ele geçirilemediği, yalnızca araç kiralama sözleşmesi aslının ele geçtiği anlaşılmakla; aslı ele geçmeyen sahte sürücü belgesinin aldatıcılık niteliği tespit edilemeyeceğinden, resmi belgede sahtecilik suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı; ancak sanığın araç kiralama sözleşmesi imzalaması eyleminin ise özel belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu gözetilmeden, sanık hakkında resmi belgede sahtecilik suçundan yazılı şekilde karar verilmesi, hukuka aykırı bulunmuştur.

Sanık hakkında kurulan hükümlerin; karar tarihi itibarıyla 6723 sayılı Kanun’un 33 üncü maddesiyle değişik 5320 sayılı Kanun’un 8 inci maddesi gereği yürürlükte bulunan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun (1412 sayılı Kanun) 305 inci maddesi gereği temyiz edilebilir oldukları, karar tarihinde yürürlükte bulunan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 260 ıncı maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz edenin hükümleri temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, 1412 sayılı Kanun’un 310 uncu maddesi gereği temyiz isteğinin süresinde olduğu, aynı Kanun’un 317 nci maddesi gereği temyiz isteğinin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmekle, gereği düşünüldü:

  1. HUKUKÎ SÜREÇ

Adana 25. Asliye Ceza Mahkemesinin 18.05.2016 tarihli ve 2016/93 Esas, 2016/423 Karar sayılı kararı ile sanık hakkında;

  1. Hırsızlık suçundan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 141 inci maddesinin birinci fıkrası, 62, 58 ve 53 üncü maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluklarına, tekerrür hükümlerinin uygulanmasına karar verilmiştir.
  2. Resmi belgede sahtecilik suçundan, 5237 sayılı Kanun’un 204 üncü maddesinin birinci fıkrası, 62, 58 ve 53 üncü maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluklarına, tekerrür hükümlerinin uygulanmasına karar verilmiştir.
  3. TEMYİZ SEBEPLERİ

Sanık müdafinin temyiz isteği; usul ve yasaya aykırı kararın bozulmasına, ilişkindir.

III. OLAY VE OLGULAR

1.Mahkemece müşteki … adına düzenlenmiş sürücü belgesini bir şekilde ele geçirerek bu sürücü belgesinde tahrifat yapmak ve üzerine kendi fotoğrafını yapıştırmak suretiyle sahte sürücü belgesi tanzim ettiği, bu belge ile araç kiralama sözleşmesi imzaladığı, 26/09/2015 tarihinde şüphelinin sahte sürücü belgesi ile kiralamış olduğu bu araç ile … ait marketten sigara ve para çaldığı böylece atılı suçları işlediğinden cezalandırılmasına karar verilmiştir.

  1. Sanık aşamalarda üzerine atılı suçlamayı kabul etmemiştir.
  2. Sahte sürücü belgesinin aslı ele geçirilemediğinden aldatıcılık niteliği tespit edilememiştir.
  3. Mahkemece sanığın atılı suçları işlediği kabul edilerek mahkumiyet hükümleri kurulmuştur.
  4. GEREKÇE
  5. Hırsızlık Suçundan Kurulan Hüküm Yönünden
  6. 5237 sayılı Kanun’un 141 inci maddesinde düzenlenen hırsızlık suçu nedeniyle, hükümden sonra 02.12.2016 tarih ve 29906 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34 üncü maddesi ile değişik 5271 sayılı Kanun’un 253 ve 254 üncü maddeleri gereğince uzlaştırma işlemleri için gereği yapılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

Kabule göre de;

  1. Hırsızlık konusunu oluşturan malın değerinin az olması nedeniyle 5237 sayılı TCK’nun 145 inci maddesi gereğince verilen cezadan belirlenecek oranda indirim yapılıp yapılmayacağının tartışılması gerektiğinin gözetilmemesi,
  2. Sanık hakkında tekerrüre esas alınan, Adana 26. Asliye Ceza Mahkemesinin, 13.11.2014 tarihli ve 2014/83 Esas, 2014/354 Karar sayılı ilâmına konu 5237 sayılı Kanun’un 155 inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalan güveni kötüye kullanma suçunun, 02.12.2016 tarihli ve 29906 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34 üncü maddesi ile değişik 5271 sayılı Kanun’un 253 ve 254 üncü maddeleri gereği uzlaşma kapsamına alındığı, tekerrüre esas alınan mezkûr ilâmın uzlaşma hükümleri uyarınca ortadan kaldırılmasına karar verilip verilmediği hususunun araştırılması neticesinde sanık hakkında hükmolunan hapis cezalarının, 5237 sayılı Kanun’un 58 inci maddesi gereği mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilip çektirilmeyeceği, hususunun değerlendirilmesi gerekliliği, bozmayı gerektirmiştir.
  3. Resmi Belgede Sahtecilik Suçundan Kurulan Hüküm Yönünden

Sanığın, müşteki Mehmet Aydın adına düzenlenmiş sürücü belgesine kendi fotoğrafını yapıştırıp bu belge ile araç kiralama sözleşmesi imzalamak şeklinde şeklinde gerçekleşen olayda, suça konu sürücü belgesi aslının ele geçirilemediği, yalnızca araç kiralama sözleşmesi aslının ele geçtiği anlaşılmakla; aslı ele geçmeyen sahte sürücü belgesinin aldatıcılık niteliği tespit edilemeyeceğinden, resmi belgede sahtecilik suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı; ancak sanığın araç kiralama sözleşmesi imzalaması eyleminin ise özel belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu gözetilmeden, sanık hakkında resmi belgede sahtecilik suçundan yazılı şekilde karar verilmesi, hukuka aykırı bulunmuştur.

Kabule göre de;

Sanık hakkında tekerrüre esas alınan, Adana 26. Asliye Ceza Mahkemesinin, 13.11.2014 tarihli ve 2014/83 Esas, 2014/354 Karar sayılı ilâmına konu 5237 sayılı Kanun’un 155 inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalan güveni kötüye kullanma suçunun, 02.12.2016 tarihli ve 29906 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34 üncü maddesi ile değişik 5271 sayılı Kanun’un 253 ve 254 üncü maddeleri gereği uzlaşma kapsamına alındığı, tekerrüre esas alınan mezkûr ilâmın uzlaşma hükümleri uyarınca ortadan kaldırılmasına karar verilip verilmediği hususunun araştırılması neticesinde sanık hakkında hükmolunan hapis cezalarının, 5237 sayılı Kanun’un 58 inci maddesi gereği mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilip çektirilmeyeceği, hususunun değerlendirilmesi gerekliliği, bozmayı gerektirmiştir.

  1. KARAR

Gerekçe bölümünün (A) ve (B) kısımlarında açıklanan nedenlerle Adana 25. Asliye Ceza Mahkemesinin 18.05.2016 tarihli ve 2016/93 Esas, 2016/423 Karar sayılı kararına yönelik sanık müdafinin temyiz isteği yerinde görüldüğünden hükümlerin, 1412 sayılı Kanun’un 321 inci maddesi gereği, Tebliğname’ye uygun olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA,

Dava dosyasının, Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,

24.04.2024 tarihinde karar verildi. (Y11.CD, 24/04/2024 T., 2021/8921 E., 2024/5368 K.)

 

Özet: Sanığın görevi gereği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı tarafından kendisine para tevdii ve tevdii edilen paraları dağıtma gibi bir durumun olmadığı, sanığın kendisine verilen paraları hak sahiplerine teslim etmiş gibi düzenlemiş olduğu teslim tutanaklarını kararı veren vakfa teslim etmesi şeklindeki eyleminin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204/1 maddesinde düzenlenen resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturur.

Yapılan ön inceleme neticesinde; sanık hakkında kurulan hükmün temyiz edilebilir olduğu, temyiz edenlerin hükmü temyize hak ve yetkilerinin bulunduğu, sanık müdafiinin temyiz isteminin süresinde olduğu, temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı, şikayetçi kurum vekilinin temyiz isteminin ise süresinden sonra olduğu tespit edilmekle, gereği düşünüldü:

  1. Şikayetçi Kurum Vekilinin temyizi yönünden

Şikayetçi kurum vekiline 14.01.2021 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edilen hükmü, 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nin 310. maddesinde öngörülen bir haftalık yasal yasal süresinden sonra 22.01.2021 tarihinde temyiz ettiği anlaşılmakla; temyiz talebinin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nin 317. maddesi uyarınca Tebliğname’ye uygun olarak oy birliğiyle REDDİNE,

  1. Sanık Müdafiinin temyizi yönünden

… tarafından Karatepe İlköğretim okulu öğrencilerinden maddi durumu kötü olan ailelere nakdi yardım yapılmasına karar verildiği, ve belirlenen miktarlarda nakdi yardımın öğrencilerin velilerinden öncelikle annelerine teslimi yönünde, mümkün olmaması halinde diğer velisine iletilmesi amacıyla nakdi yardım paralarının Karatepe İlköğretim okulunun müdürü olan sanığa teslim edildiği ve sanığın kendisine teslim edilen toplamda 16.575,00 TL paranın 4.575,00 TL’lik kısmını hak sahiplerine teslim etmeyerek uhdesine tuttuğunun iddia olunduğu olayda; sanığın görevi gereği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı tarafından kendisine para tevdii ve tevdii edilen paraları dağıtma gibi bir durumun olmadığı, sanığın kendisine verilen paraları hak sahiplerine teslim etmiş gibi düzenlemiş olduğu teslim tutanaklarını kararı veren vakfa teslim etmesi şeklindeki eyleminin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204/1 maddesinde düzenlenen resmi belgede sahtecilik suçunun oluşturduğu belirlenerek yapılan incelemede;

Sanığa yüklenen “resmi belgede sahtecilik” suçunun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunundaki cezasının türü ve üst sınırına göre, aynı Kanunun 66/1-e ve 67/2-d maddelerinde öngörülen olağan dava zamanaşımının, sanık hakkında mahkumiyet hükmünün verildiği 28.12.2015 tarihinden temyiz inceleme tarihine kadar gerçekleştiği ve ve bu itibarla sanık müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nin 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA; ancak yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususta, aynı Kanun’un 322. maddesindeki yetkiye dayanılarak karar verilmesi mümkün olduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının gerçekleşen olağan dava zamanaşımı nedeniyle 5271 sayılı CMK’nin 223/8. maddesi uyarınca Tebliğname’ye aykırı olarak, oy birliğiyle DÜŞMESİNE, 21.01.2025 tarihinde karar verildi. (Y11.CD, 21/01/2025 T., 2021/5985 E., 2025/1050 K.)

 

Özet: Sanığın, dört kişiye ait işe giriş bildirgesini 16.10.2013 ila 01.02.2014 tarihleri arasında farklı tarihlerde düzenlemiş olması nedeniyle aynı suç işleme kararının icrası kapsamında farklı zamanlarda aynı mağdura yönelik gerçekleştirdiği eylemleri nedeniyle TCK’nın 43/1. maddesinin tatbik edilmesinin göz ardı edilmesi suretiyle eksik ceza tayini hatalıdır.

Yapılan ön inceleme neticesinde sanık hakkında kurulan hükmün temyiz edilebilir olduğu, temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, temyiz isteminin süresinde olduğu, temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerine yer verildiği, temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı tespit edilmekle, gereği düşünüldü:

  1. HUKUKÎ SÜREÇ

1.Temyizin kapsamına göre; Konya 13. Asliye Ceza Mahkemesinin 27.03.2018 tarihli ve 2016/713 Esas, 2018/277 Karar sayılı kararı ile sanığın bilişim sistemine veri yerleştirme suçundan 5237 sayılı TCK’nın 244/2, 43/1, 62/1 ve 51. maddeleri uyarınca 6 ay 7 gün erteli hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

  1. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı yazılı kararı ile İlk Derece Mahkemesince kurulan hükme yönelik katılan vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile duruşma açılarak yapılan inceleme neticesinde 5271 sayılı Kanun’un 280 inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca bilişim sistemine veri yerleştirme suçuna dair mahkûmiyet hükmü kaldırılarak sanığın resmi belgede sahtecilik suçundan 5237 sayılı TCK’nın 204/1, 62/1, 53 ve 51. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay erteli hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
  2. TEMYİZ SEBEPLERİ

Katılan vekilinin temyizi; sanık hakkındaki hükmün ertelenmemesi gerektiğine ilişkindir.

III. GEREKÇE

1.Muhasebecilik yapan sanığın, temyiz dışı sanığa ait inşaatta fiilen çalışmadığı halde dört kişiyi çalışmış gibi göstererek SGK bilişim sistemine şifre ile girip elektronik işe giriş bildirgesi düzenlediği ve elektronik ortamda düzenlenen bu işe giriş bildirgelerinin 5510 sayılı Kanun’un 100. maddesi gereğince adli ve idari makamlar nezdinde resmi belge niteliğinde olduğu ve bu belgeler üzerinde yapılan sahtecilik eyleminin de resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu gerekçesiyle Bölge Adliye Mahkemesince TCK’nın 204/1. maddesinde düzenlenen resmi belgede sahtecilik suçundan erteli mahkûmiyet hükmü kurulmuş ise de; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29.09.2020 tarihli ve 2017/11-1122 Esas, 2020/381 Karar sayılı kararı dikkate alındığında; 5237 sayılı Kanun’un 244. maddesinin ikinci fıkrasındaki “Bir bilişim sistemindeki verileri bozan, yok eden, değiştiren veya erişilmez kılan, sisteme veri yerleştiren, var olan verileri başka bir yere gönderen kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklindeki düzenleme karşısında sanığın eyleminin TCK’nın 244. maddesinin ikinci fıkrasındaki bilişim sistemine veri yerleştirme suçunu oluşturduğu göz ardı edilerek TCK’nın 204/1. maddesinden hüküm kurulması,

2.Kabule göre de;

Sanığın, dört kişiye ait işe giriş bildirgesini 16.10.2013 ila 01.02.2014 tarihleri arasında farklı tarihlerde düzenlemiş olması nedeniyle aynı suç işleme kararının icrası kapsamında farklı zamanlarda aynı mağdura yönelik gerçekleştirdiği eylemleri nedeniyle TCK’nın 43/1. maddesinin tatbik edilmesinin göz ardı edilmesi suretiyle eksik ceza tayini,

Hukuka aykırı bulunmuştur.

  1. KARAR

Gerekçe bölümünde açıklanan nedenlerle Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesinin, yukarıda tarih ve sayısı yazılı kararının, 5271 sayılı Kanun’un 302 nci maddesinin ikinci fıkrası gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA,

Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun’un 304 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,

21.01.2025 tarihinde karar verildi. (Y11.CD, 21/01/2025 T., 2022/7470 E., 2025/992 K.)

 

Özet: Resmi belgede sahtecilik suçu, seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmıştır. Birinci seçimlik hareket, resmi belgeyi sahte olarak düzenlemektir. Bu seçimlik hareketle, resmi belge esasında mevcut olmadığı halde, mevcutmuş gibi sahte olarak üretilmektedir. İkinci seçimlik hareket, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirmektir. Bu seçimlik hareketle, esasında mevcut olan resmi belge üzerinde silmek veya ilaveler yapmak suretiyle değişiklik yapılmaktadır. Birinci ve ikinci seçimlik hareketle bağlantılı olarak belirtilmek gerekir ki; sahteciliğin, belge üzerindeki bilgilerin bir kısmına veya tamamına ilişkin olmasının, suçun oluşması açısından bir önemi bulunmamaktadır. Üçüncü seçimlik hareket ise, sahte resmi belgeyi bilerek kullanmaktır. Kullanılan sahte belgenin kişinin kendisi veya başkası tarafından düzenlenmiş olmasının bir önemi yoktur. 

Yapılan ön inceleme neticesinde; sanık hakkında bozma üzerine kurulan hükümlerin temyiz edilebilir olduğu, temyiz edenin hükümleri temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, temyiz isteminin süresinde olduğu, temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı tespit edilmekle, gereği düşünüldü:

Suç tarihlerinin, ana dosya yönünden kredi kartı sözleşmesinin imzalandığı tarih olan “22.02.2013”, birleşen dosya yönünden ise “27.06.2012” tarihi olduğu belirlenerek yapılan incelemede

Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12.02.2012 tarih, 2012/1445-2013/54 ve 24.09.2013 tarih, 2012/1506-2013/391 sayılı ve benzer kararlarında açıklandığı üzere; resmi belgede sahtecilik suçu, seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmıştır. Birinci seçimlik hareket, resmi belgeyi sahte olarak düzenlemektir. Bu seçimlik hareketle, resmi belge esasında mevcut olmadığı halde, mevcutmuş gibi sahte olarak üretilmektedir. İkinci seçimlik hareket, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirmektir. Bu seçimlik hareketle, esasında mevcut olan resmi belge üzerinde silmek veya ilaveler yapmak suretiyle değişiklik yapılmaktadır. Birinci ve ikinci seçimlik hareketle bağlantılı olarak belirtilmek gerekir ki; sahteciliğin, belge üzerindeki bilgilerin bir kısmına veya tamamına ilişkin olmasının, suçun oluşması açısından bir önemi bulunmamaktadır. Üçüncü seçimlik hareket ise, sahte resmi belgeyi bilerek kullanmaktır. Kullanılan sahte belgenin kişinin kendisi veya başkası tarafından düzenlenmiş olmasının bir önemi yoktur. Kullanma mütemadi suç şeklinde de gerçekleşebilir. Bu seçimlik hareketlerden herhangi birisinin işlenmesiyle suç tamamlanacaktır. 5237 sayılı Kanun’un 43 üncü maddesinin uygulanabilmesi için ise “bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi” zorunlu olup sahte resmi belgeyi düzenleyen ve kullanan kişinin aynı kişi olması durumunda ve sahte nüfus cüzdanının düzenlenip zaman içerisinde kullanılması eyleminde hukuki kesinti oluşmadığı müddetçe birden fazla sahtecilik eylemi değil, tek bir sahtecilik suçu oluşturacaktır.

Bu açıklama ışığında; ana dosyada, sanığın, kardeşi olan katılan …’ın kimlik bilgilerini kullanarak sahte olarak oluşturulmuş nüfüs cüzdanı talep belgesiyle, Beşiktaş İlçe Nüfus Müdürlüğü’nden kendi fotoğrafını taşıyan sahte nüfus cüzdanını 12.01.2012 tarihinde aldığı, 30.01.2013 tarihinde katılan … ATM cihazından hızlı kart seçeneği ile kredi kartı başvurusunda bulunduğu ve 22.02.2013 tarihinde özel belge niteliğinde bulunan suça konu kredi kartı sözleşmesini imzalayarak teslim aldığı, sanığın bu eyleminden önce, birleşen Küçükçekmece 8. Asliye Ceza Mahkemesinin 2016/410 Esas sayılı dosyasında, suça konu nüfus cüzdanını kullanarak kardeşi adına 27.06.2012 tarihinde GSM hattı aldığı, bunun öncesinde ise bahse konu sahte nüfus cüzdanı ile 23.01.2012 tarihinde İNG Bank Harbiye Şubesi’nden 17.000 TL tüketici kredisi çekmesi eyleminden ötürü mahsuba konu İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/282 Esas, 2015/60 Karar sayılı dosyası ile yargılamasının yapılıp zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik suçundan hakkında mahkumiyet kararı verildiği ve bu kararın 11.04.2023 tarihinde kesinleştiği, mahkemece, ana dosyada suç tarihi 12.01.2012 olarak kabul edildiğinden kesinleşen dosyada verilen cezadan mahsup yapılmış ise de; ana dosyada suç tarihinin özel belge niteliğinde bulunan kredi kartı sözleşmesinin düzenlendiği 22.02.2013 olduğu, mahsuba konu İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesindeki dosyanın iddianame tarihinin ise 05.06.2012 olduğundan eylemde hukuki kesinti meydana geldiği, bu nedenle, ana dosyadaki eylemin ayrı resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu, bununla birlikte, belgede gerçekleştirilen sahteciliğin aldatıcılık niteliğini taşıması halinde fiilin resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturacağı, ancak tüm dosya kapsamından sahte nüfus cüzdanının onaylı fotokopisinin ya da aslının ele geçirilemediği anlaşılmakla, aslı bulunmayan belgelerin aldatma niteliği tespit edilemeyeceğinden, resmi belgede sahtecilik suçunun yasal unsurlarının somut olayda oluşmadığı, ana dosyada iddianame konusu olan ve sahte olarak imzalanan kredi sözleşmesinin özel belgede sahtecilik suçunu, birleşen dosyada belge aslı ele geçmediğinden yalnızca 5809 sayılı muhalefet suçunu oluşturduğu ve bu suç yönünden ön ödeme gerçekleştiriğinden düşme kararı verildiği, bu nedenle sanık hakkında yalnızca özel belgede sahtecilik suçundan mahkumiyet hükmü kurulması gerekirken, eylemler bölünmek ve mahsup edilmek suretiyle sanık hakkında iki kez resmi belgede sahtecilik suçundan mahkumiyet hükümleri kurulması yasaya aykırı ise; zamanaşımının olumsuz muhakeme şartı olarak kovuşturmaya engel olduğu gözetilerek yapılan incelemede;

Bozma üzerine yapılan yargılama sonucunda, sanığın eylemine uyan “özel belgede sahtecilik” suçunun, Kanundaki cezasının türü ve üst sınırına göre, TCK’nin 66/1-e maddesinde öngörülen olağan dava zamanaşımını, kesen, son sebep olan, sanık hakkında mahkumiyet kararı verildiği 10.03.2015 tarihinden hüküm tarihine kadar dolduğu gözetilmeden, yargılamaya devamla mahkumiyet hükümleri verilmesi,

Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, diğer yönleri incelenmeyen hükümlerin, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. Maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. Maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak yeniden yargılama yapılmasının gerektirmeyen bu hususta, aynı Kanun’un 322. Maddesindeki yetkiye dayanılarak, sanık hakkındaki kamu davalarının 5271 sayılı CMK’nın 223/8. Maddesi uyarınca gerçekleşen olağan zamanaşımı nedeniyle, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy birliğiyle DÜŞMESİNE,

Dava dosyasının, Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 05.12.2024 tarihinde karar verildi. (Y11.CD, 05/12/2024 T., 2024/5371 E., 2024/14867 K.)

 

Özet: Somut olayda sanığın 12.06.2015, 15.06.2015, 22.06.2015, 24.06.2015, 07.07.2015 ve 20.07.2015 tarihlerinde suçtan zarar görenler adına sahte nüfus cüzdanları düzenlemekten ibaret eyleminin aynı suç işleme kararıyla farklı tarihlerde birden fazla sahte belge düzenlemesi nedeniyle zincirleme şekilde işlenmiş tek bir resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu gözetilmeden, beş ayrı mahkumiyet hükmü kurulması suretiyle fazla tayini yasaya aykırıdır.

Yapılan ön inceleme neticesinde; sanık hakkında kurulan hükümlerin temyiz edilebilir olduğu, temyiz edenin hükümleri temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, temyiz isteminin süresinde olduğu, temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı tespit edilmekle, gereği düşünüldü:

Yapılan yargılamaya, toplanıp gerekçeli kararda gösterilerek tartışılan delillere, Mahkemenin oluşa uygun şekilde oluşan inanç ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre, sanık müdafiinin diğer temyiz nedenleri yerinde görülmemiştir, ancak;

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22.04.2014 tarihli 2013/11-397 Esas ve 2014/202 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere, 5237 sayılı Kanun’un “Kamu güvenine karşı suçlar” bölümünde düzenlenen ve belgenin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi ile kamu güveninin sarsıldığı kabul edilerek suç sayılıp yaptırıma bağlanan “belgede sahtecilik” suçunun hukuki konusunun kamu güveni olduğu, suçun işlenmesi ile kamu güveninin sarsılması dışında, bir veya birden fazla kişinin de haksızlığa uğrayıp, suçtan zarar görmesi halinde dahi, suçun mağdurunun toplumu oluşturan bireylerin tamamının, diğer bir ifadeyle kamunun olduğuna dair kabulünün etkilenmeyeceği, eylemin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi halinde bu kişinin mağdur değil, suçtan zarar gören olacağının kabulü gerekeceği, somut olayda sanığın 12.06.2015, 15.06.2015, 22.06.2015, 24.06.2015, 07.07.2015 ve 20.07.2015 tarihlerinde suçtan zarar görenler adına sahte nüfus cüzdanları düzenlemekten ibaret eyleminin aynı suç işleme kararıyla farklı tarihlerde birden fazla sahte belge düzenlemesi nedeniyle zincirleme şekilde işlenmiş tek bir resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu gözetilmeden, beş ayrı mahkumiyet hükmü kurulması suretiyle fazla tayini,

Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca hükümlerin oy birliğiyle BOZULMASINA,Dava dosyasının, Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 16.10.2024 tarihinde karar verildi. (Y11.CD, 16/10/2024 T., 2021/9149 E., 2024/11812 K.)

 

Özet: Türk Ceza Kanunu’nun 244. maddesinin ikinci fıkrasındaki bu düzenlemenin elektronik belgelerde yapılacak sahtecilik eylemlerine ilişkin özel norm niteliğinde olduğu ve özel normun önceliği ilkesi gereğince de genel normun değil özel normun uygulanması gerektiği hususları göz önünde bulundurulduğunda, işveren veya yetki verdiği kişi tarafından elektronik ortamda sahte işe giriş bildirgesi düzenlemenin Türk Ceza Kanunu’nun 204. maddesinin birinci fıkrasında yer alan resmî belgede sahtecilik suçuna göre özel norm niteliğinde olan aynı Kanun’un 244. maddesinin ikinci fıkrasındaki bilişim sistemine veri yerleştirme suçunu oluşturduğu kabul edilmiştir.

İlk Derece Mahkemesince verilen hükümlere yönelik istinaf incelemesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen kararın; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 286 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz edilebilir olduğu, 260 ıncı maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz edenin hükümleri temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, 291 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz istemlerinin süresinde olduğu, 294 üncü maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerine yer verildiği, 298 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmekle, gereği düşünüldü:

  1. HUKUKÎ SÜREÇ

1.Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 27.06.2018 tarihli iddianamesiyle, sanıklar hakkında resmi belgede sahtecilik ve kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçlarından 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 158 inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi, 204 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır.

2.Antalya 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 10.09.2019 tarihli ve 2018/276 Esas, 2019/359 Karar sayılı kararıyla, sanıklar hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle 5271 sayılı Kanun’un 223 üncü maddesinin ikinci fıkrasının a bendi gereğince beraatine,resmi belgede sahtecilik suçunun ise sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme suçunu oluşturduğu gerekçesiyle 5237 sayılı Kanun’un 244 üncü maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları, 43 üncü maddesinin birinci fıkrası, 62 nci maddesinin birinci fıkrası uyarınca 9 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve hak yoksunluklarına karar verilmiştir.

3.Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Ceza Dairesinin, 28.09.2021 tarihli ve 2019/2757 Esas, 2021/2174 Karar sayılı kararı ile sanıklar hakkında İlk Derece Mahkemesince kurulan hükümlere yönelik istinaf başvuruları üzerine, İlk Derece Mahkemesince kurulan hükümler kaldırılarak, sanıkların üzerlerine atılı suçtan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca ayrı ayrı beraatlerine karar verilmiştir.

  1. TEMYİZ SEBEPLERİ

Katılan kurum vekilinin temyiz isteği; beraat kararının usul ve kanuna aykırı olduğuna, sanıkların eyleminin nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturduğuna ve resen gözetilecek sebeplere ilişkindir.

III. OLAY VE OLGULAR

Temyizin kapsamına göre;

A.Dava konusu olay; sanıkların sahibi oldukları şirkette şahısların gerçekte fiilen çalışması olmadığı halde çalışıyormuş gibi sigortalılık bildiriminde bulunarak Sosyal Güvenlik Kurumunun zarara uğramasına neden oldukları bu suretle resmi belgede sahtecilik ve kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçlarını işledikleri iddialarına ilişkindir.

B.Antalya Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü’nün 29.09.2016 tarihli inceleme raporunda; sanığın sahibi olduğu işyerinde sigorta bildirimi yapılan … …, …, … …, …, … … isimli şahısların iş yerinde fiilen çalışmadıkları halde sigorta kayıtlarının yapıldığı tespit edilmiştir.

C.Hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen temyiz dışı sanık … …, yapılan sigorta işleminden haberi olmadığını, hastaneye gideceği zaman eşi …’ın kendisine senin sigorta kaydını ben yaptırdım dediğini, iddianameye konu şirkette hiç çalışmadığını, yine şirket üzerinden sigortalı gösterilen Celal … isimli şahsı da tanımadığını beyan etmiştir.

D.Hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen temyiz dışı sanık …, 2015 yılı içerisinde temyiz dışı sanık …’un muhasebe ofisinde işe başladığını, ilk başladığında sigortasının olmadığını, daha sonra iddianameye konu şirket açıldıktan sonra temyiz dışı sanık …’un bu şirketin muhasebe kayıtlarını tutmaya başladığını, sanık …’un yönlendirmesiyle bu şirket üzerinden sigortalı gösterildiğini, yaklaşık 5 ay kadar sigortalı gösterildiğini, bu şirkette fiilen çalışmadığını, çalışmalarını yine sanık …’un ofisinde devam ettirdiğini, askerlikten sonra iş yerine dönmediğini, sigorta girişini de e-sigorta üzerinden yapıldığını beyan etmiştir.

E.Hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen temyiz dışı sanık …, yaklaşık 20 yıldır mali müşavir olarak çalıştığını, olay tarihinden önce de sanık … yanında işe başladığını, deneme süresinde olduğunu, bu sırada sanıklar … ve Gürkan’ın iş yerine geldiğini, iş yeri açacaklarını söylediklerini, prosedürü anlatarak evraklarını hazırladığını, yanında çalışan … vasıtasıyla vergi kayıtlarını yaptırdıklarını, daha sonra yanlarında sigortalı kişi çalıştıracaklarını söylediklerini, yine çalışanı … vasıtası ile Sosyal Güvenlik Kurumun’dan şifrelerini aldırdığını, bildirdikleri kişileri sigortalı olarak e-bildirge üzerinden girişlerinin yapıldığını, girişleri yapılan kişileri tanımadığını, … ve Gürkan’ın söyledikleri kişiler olduğunu, daha sonra bu sanıkların …’in de kendi iş yerlerinde çalışmasını istediklerini, bunun üzerine …’in de sigorta girişinin yapıldığını, yasaya aykırı hiç bir şey yapmadığını, suç işleme kastı ile hareket etmediğini, atılı suçlamayı kabul etmediğini savunmuştur.

F.Tanık …, sanıklardan …’ü tanıdığını, … …’ün onun eşi olduğunu, sanık …’in ise sanık …’ın yanında takılan kişi olduğunu, sanık …’ın kendisini iş yerinde sigortalı gösterebileceğini söylediğini, 10 ay sigortalı gösterilme karşılığında da 10.000,00 TL’yi kendisine elden verdiğini, ancak sonradan öğrendiği kadarıyla 10 gün kadar süreyle kendisini sigortalı gösterdiğini, sanıklardan Gürkan’ın kendisini arayarak sanık …’tan bahsedip üzerine zorla şirket kurdurduğunu söylediğini beyan etmiştir.

G.Sanık …, sanık …’ün oto yıkama yerinde bir buçuk sene kadar çalıştığını, 2015 yılı içerisinde … şirket açacağını borçları nedeniyle kendi üzerine açamadığını, bu şirketi üzerine açacağını kendisini de ortak yapacağını söylediğini, kabul ettiğini, ortaklık için herhangi bir para da vermediğini, şirketin Rent A Car üzerine faaliyet gösterdiğini, bu işyerinde çalışmaya başladığını, kendisinin de şirket kayıtlarında çalışmadığı halde çalışmış gibi sigortalı gösterilen şahıslardan haberinin olmadığını, sanık …’ın kendisine böyle bir durumu söylemediğini, bu kişilerin şirkette hiçbir zaman çalışmadıklarını, kendisinin yapılan kayıtlardan haberi olmadığını, şirketin 6-7 ay faaliyet gösterdiğini, şirketin kendi adına olmasına rağmen fiili olarak şirketi sanık …’ın yönettiğini, sigorta işlemlerini de …’ın muahasebeciye yaptırdığını, imza atmasının gerektiği zamanda gösterilen yere imza attığını, suç işleme kastı ile hareket etmediğini savunmuştur.

H.Sanık …, iddianameye konu iş yerinin sanık …’ın üzerine açıldığını, sermayesinin kendisine ait olduğunu, sanık …’ın malulen emekli olmak istediğini söylediğini, bunun üzerine yardım amaçlı bu işyerini açtıklarını, iş yerinin isminin FG Otomotiv olduğunu, rent a car üzerinde faaliyet gösterdiğini, iş yerinin yaklaşık 1 yıl kadar açık kaldığını, temyiz dışı sanıklardan …’ın eşi olduğunu, bu işyeri üzerinden onu sigortalı gösterdiğini, bu hususu kabul ettiğini, aktif olarak çalışmasa da ara ara gelerek yardım ettiğini, diğer sigortalı gösterilen şahıslardan haberi olmadığını, yetkili olarak Gürkan’ın yaptığını, ayrıca sanık …’a diğer sanık …’i bu işyeri üzerinden sigortalı göstermesini söylemediğini, sanık …’ı da tehdit etmesi için bir neden bulunmadığını, vergi borcu olması nedeni ile şirketi Gürkan’ın üzerine yaptıklarını, suçlamayı kabul etmediğini savunmuştur.

  1. İlk Derece Mahkemesi’nin Kabulü

Sanıkların kurumun denetim imkanını ortadan kaldıracak mahiyette hileli bir hareketinin bulunmadığı ve somut olayda dolandırıcılık suçunun yasal unsurları itibariyle oluşmadığı, sanıklar … ve … …’ün iş yerinde fiilen çalışmadıklarını beyan ettikleri, sanık …’un da işe girişlerin e-bildirge ile imza ve şifre ile bilgisayar ortamında gerçekleştirildiğine yönelik beyanı karşısında, 5510 sayılı Yasanın 100 üncü maddesinin üçüncü fıkrasına göre elektronik ortamda düzenlenen belgelerin resmi belge olarak nitelendirilmiş olsa dahi, Yargıtay içtihatlarına göre bu durumda sahte oluşturulmuş maddi varlığı haiz somut bir belge olmadığından, bu yöntemle gerçekleştirilen eylemlerde resmi belgede sahtecilik suçunun değil, 5237 sayılı Kanun’un 244 üncü maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında yer alan kamu kurumuna ait sisteme veri yerleştirme suçunun oluşacağı kabul edilmiştir.

  1. Bölge Adliye Mahkemesi’nin Kabulü

Sanıkların eylemlerinin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması nedeniyle, beraatine karar verilmesi gerekirken, isabetsiz gerekçe ile sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme suçundan mahkûmiyet hükümleri kurulması hukuka aykırı görülmüş, sanıkların beraatine karar verilmiştir.

  1. GEREKÇE
  2. Sanık … Hakkında Kurulan Hüküm Yönünden;

UYAP ortamından alınan nüfus kayıt örneğine göre hükümden sonra sanığın 26.10.2020 tarihinde vefat ettiğinin görülmesi karşısında; bu durumun Mahkemece araştırılarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 64 üncü maddesinin 1 inci fıkrası uyarınca sanık hakkında açılan kamu davasının düşürülüp düşürülmeyeceğinin karar yerinde değerlendirilmesinde zorunluluk bulunduğu anlaşılmıştır.

  1. Sanık … Hakkında Kurulan Hüküm Yönünden;

Somut olayın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından; öncelikle bilişim sistemine veri yerleştirme, değiştirme, verileri bozma ve yok etme suçlarını düzenleyen 5237 sayılı Kanun’un 244 üncü maddesi ve resmi belgede sahtecilik suçunu düzenleyen 5237 sayılı Kanun’un 204 üncü maddesi üzerinde durularak yapılan değerlendirmede;

A-“Sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme” suçunu düzenleyen 5237 sayılı Kanunun 244 üncü maddesinde;

“(1) Bir bilişim sisteminin işleyişini engelleyen veya bozan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile

cezalandırılır.

(2) Bir bilişim sistemindeki verileri bozan, yok eden, değiştiren veya erişilmez kılan, sisteme veri yerleştiren, var olan verileri başka bir yere gönderen kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Bu fiillerin bir banka veya kredi kurumuna ya da bir kamu kurum veya kuruluşuna ait bilişim sistemi üzerinde işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

(4) Yukarıdaki fıkralarda tanımlanan fiillerin işlenmesi suretiyle kişinin kendisinin veya başkasının yararına haksız bir çıkar sağlamasının başka bir suç oluşturmaması hâlinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlenmiştir.

Bu düzenleme ile bilişim sistemlerinin doğru ve işlevine uygun şekilde faaliyetine devam etmesi sağlanmak istenmiştir. Sisteme doğru verilerin yerleştirilmesi maddeye uyan suçu oluşturmaktadır.

Maddenin birinci fıkrasında, bir bilişim sisteminin işleyişini engelleme, bozma, ikinci fıkrasında, bilişim sistemindeki verileri bozma, yok etme, değiştirme veya erişilmez kılma, sisteme veri yerleştirme, var olan verileri başka yere gönderme fiilleri suç olarak düzenlenirken,

Üçüncü fıkrada, birinci ve ikinci fıkralarda belirtilen eylemlerin bir banka veya kredi kurumuna ya da bir kamu kurum veya kuruluşuna ait bilişim sistemi üzerinde gerçekleştirilmesi halinde, verilecek cezanın yarı oranında artırılacağı hükmüne yer verilmiştir.

5237 sayılı Kanunun 244 üncü maddesi ile bilişim alanında suçlar bölümünde yer alan 243 üncü maddede olduğu gibi bilişim sistemi ve sistemin işleyişine yönelik saldırıların önlenmesi amaçlanmıştır.

5237 sayılı Kanunun 244 üncü maddesinin ikinci fıkrasında; verileri bozma, yok etme, değiştirme veya erişilmez kılma, sisteme veri yerleştirme, var olan verileri başka bir yere gönderme şeklinde birden seçimlik harekete yer verilmiş ancak sisteme hukuka uygun veya hukuka aykırı girilmesi şeklinde bir ayrıma gidilmemiştir.Maddenin üçüncü fıkrasında ise birinci ve ikinci fıkralarda yer alan seçimlik hareketlerden biri veya birkaçının kamu kurumuna ait sistem üzerinde işlenmesi halinde cezanın arttırılacağını düzenleyen nitelikli hale yer verilmiştir.

Seçimlik hareketlerden sisteme veri yerleştirme suçunun oluşması için; çeşitli veri sağlayıcısı tarafından sistemin maliki ya da ilgilisinin rızası alınmaksızın sisteme gerçeğe aykırı şekilde veri girişi yapmak ya da veri taşıma araçları ile yükleme yapmak gerekir.

B- Resmî belgede sahtecilik suçunu düzenleyen 5237 sayılı Kanunun 204 üncü maddesinde;

“(1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.” şeklinde düzenlenmiştir.

Resmi belgede sahtecilik suçunun oluşabilmesi için; resmî belgenin sahte olarak düzenlenmesi, gerçek bir resmî belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi veya sahte resmî belgenin kullanılması gerekir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanununda; sahtecilik suçunun maddi konusu olan “belge” ya da “elektronik belge” kavramı tanımlanmamış, bu konuda bir sınırlama getirilmemiş, belgenin tanımlanması uygulamaya bırakılmıştır.

Uygulamada ve Yargıtay’ın yerleşik kararlarında ise; hukuki değer taşıyan içeriğe sahip,hukuki hüküm ifade eden, bir hakkın doğmasına ve bir olayın ispatına yarayan, taşınabilen bir şey üzerine yazılan ve düzenleyeni belli olan yazılar ”belge” olarak tanımlanmıştır.

Belgenin düzenlenme şekli, imzalı olması gerekip gerekmediği, belli bir işaret, amblem, hologram, etiket, mühür vb. taşımasının zorunlu olup olmadığı belgenin niteliğine ve düzenlendiği mevzuata göre tespit edilmelidir.

Yukarıda da belirtildiği üzere; her ne kadar belgeden söz edilen durumlarda yazılı bir kağıdın varlığı gerekli ise de; bazı durumlarda belgenin varlığını kabul için, yazının kağıt üzerinde bulunması gerekmez. Özellikle belge ile ilgili başkaca yasal düzenlemelerin gerçekleşmesi, gelişen toplumsal yaşam ile özel ve kamudaki yazışmaların elektronik ortamda yapılıyor olması nedeniyle “belge” kavramının tanımı yapılmamıştır.

Bu aşamada elektronik ortamda yapılan işlemlerin belge niteliği ve elektronik ortamda yapılan veri girişleri ve değişiklikleri ile ilgili eylemin nitelendirilebilmesi için ilgili mevzuattaki düzenlemelere bakmak gerekmektedir.

Konu ile ilgili olması nedeniyle aşağıda belirtilen mevzuat hükümlerine irdelendiğinde;

-5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu’nun 3/a maddesinde veri; “elektronik, optik veya benzeri yollarla üretilen, taşınan veya saklanan kayıtlardır” denilmiştir.

-5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunun 2/1-k maddesinde ise veri, “bilgisayar tarafından üzerinde işlem yapılabilen her türlü değer” olarak tanımlanmıştır.

-5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu’nun 5 inci maddesindeki ”Güvenli elektronik imza, elle atılan imza ile aynı hukukî sonucu doğurur. Kanunların resmî şekle veya özel bir merasime tabi tuttuğu hukukî işlemler ile banka teminat mektupları dışındaki teminat sözleşmeleri, güvenli elektronik imza ile gerçekleştirilemez” hükmü uyarınca, istisnalar dışında güvenli elektronik imza ile ıslak imzanın aynı hukuki değere sahip oldukları belirtilmiştir.

Elektronik imza ve buna ilişkin düzenlemelerin dışında da kanun koyucu elektronik verilerin ”belge” olarak kabul edildiği bazı özel düzenlemeler yapmıştır. Nitekim 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun suç tarihinde yürürlükte bulunan “Bilgi ve Belge İsteme Hakkı, Bilgi ve Belgelerin Kuruma Verilme Usûlü” başlıklı 100 üncü maddesine değinmek gerekmektedir.

-5510 sayılı Kanun’un suç tarihinde yürürlükte bulunan 100. maddesi;

“5411 sayılı Bankacılık Kanunu kapsamındaki kuruluşlar, döner sermayeli kuruluşlar ile diğer gerçek ve tüzel kişiler doğrudan, münferit olarak bilgi ve belge istenmesi hariç olmak üzere kamu idareleri ile kanunla kurulan kurum ve kuruluşlar ise Kurumla yapılacak protokoller çerçevesinde, Devletin güvenliği ve … dış yararlarına karşı ağır sonuçlar doğuracak hâller ile özel hayat ve aile hayatının gizliliği ve savunma hakkına ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla özel kanunlardaki yasaklayıcı ve sınırlayıcı hükümler dikkate alınmaksızın gizli dahi olsa Kurum tarafından kişilerin sosyal güvenliğinin sağlanması, 6183 sayılı Kanuna göre Kurum alacaklarının takip ve tahsili ile bu Kanun kapsamında verilen diğer görevler ile sınırlı olmak üzere istenecek her türlü bilgi ve belgeyi sürekli ve/veya belli aralıklarla vermeye, bilgilerin elektronik ortamda görüntülenmesini sağlamaya, görüntülenen bu bilgilerin güvenliğini sağlamaya, muhafaza etmek zorunda oldukları her türlü belge ile vermek zorunda oldukları bilgilere ilişkin mikrofiş, mikrofilm, manyetik teyp, disket ve benzeri ortamlardaki kayıtlarını ve bu kayıtlara erişim veya kayıtları okunabilir hale getirmek için gerekli tüm sistem ve şifreleri incelemek için ibraz etmeye mecburdurlar.

Bu madde kapsamında ilgili kişi, kurum ve kuruluşlar Kurumun belirleyeceği süre içerisinde söz konusu talebe cevap vermek ve gereken kolaylığı göstermekle yükümlüdürler.

Kurum, bu Kanun gereği verilecek her türlü belge veya bilginin internet, elektronik ve benzeri ortamda gönderilmesi hususunda, gerçek ve tüzel kişileri zorunlu tutmaya, Kuruma verilmesi gereken her türlü belge, bildirge ve taahhütnameyi diğer kamu idarelerine ait formlarla birleştirmeye, söz konusu belgeleri kamu idarelerinin internet ve elektronik bilgi işlem ortamından almaya, bu idarelere yapılacak bildirimleri Kuruma verilmiş saymaya, bu Kanunun uygulaması ile ilgili işveren, sigortalı ve diğer kurum, kuruluş ve kişilerin talepleri üzerine veya re’sen düzenleyeceği her türlü bilgi ve belgeyi bilgi işlem ortamında oluşturmaya, bu şekilde hazırlanacak olan bilgi ve belgelerin sadece internet ve benzeri iletişim ortamından ilgili kişilere verilmesini kararlaştırmaya yetkilidir. Elektronik ortamda hazırlanacak bilgi ve belgeler adli ve idari makamlar nezdinde resmi belge olarak geçerlidir.

Belge veya bilgileri internet, elektronik ve benzeri ortamda göndermekle zorunlu tutulan gerçek ve tüzel kişilerin, Kurumun bilgi işlem sistemlerinin herhangi bir nedenle hizmet dışı kalması sonucu belge ve bilgiyi, bu Kanunda öngörülen sürenin son gününde Kuruma gönderememesi ve muhteviyatı primleri de yasal süresi içinde ödeyememesi halinde, sorunların ortadan kalktığı tarihi takip eden beşinci işgününün sonuna kadar belge veya bilgiyi gönderir ve muhteviyatı primleri de aynı sürede Kuruma öder ise bu yükümlülükleri Kanunda öngörülen sürede yerine getirmiş kabul edilir.

Bu maddenin uygulanması ile ilgili usûl ve esaslar, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” şeklinde düzenlenmiştir.

Madde gerekçesi;

“100 üncü maddesinde yapılan düzenleme ile; Kurumun, kamu ve özel hukuk tüzel kişileri ile gerçek kişilerden bilgi ve belge isteme yetkisine imkan tanınması sağlanmış, Kuruma verilmesi gereken her türlü belgenin diğer kamu idarelerine ait formlarla birleştirilmesi, internet ve elektronik bilgi işlem ortamında alınması, bu idarelere yapılacak bildirimlerin Kuruma verilmiş sayılması, Kanundaki bildirim ve prim ödeme sürelerinin yeniden belirlenmesi, işveren ve sigortalılar ile ilgili her türlü bilgi ve belgenin bilgi işlem ortamında oluşturulması hususunda Kurum yetkili kılınmakta, ayrıca elektronik ortamda hazırlanacak bilgi ve belgelerin, adli ve idari makamlar nezdinde resmi belge niteliğine sahip olduğu düzenlenmiştir.” şeklindedir.

Görüldüğü üzere bu madde, Sosyal Güvenlik Kurumunun bilgi ve belge isteme hakkı ile bunların hangi yöntemle Kuruma verileceğine ilişkin hükümleri içermektedir. Bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen kurum ve kuruluşlarla gerçek ve tüzel kişiler, 6183 ve 5510 sayılı Kanun’un uygulamasıyla sınırlı kalmak koşuluyla, Kurumca istenecek her türlü bilgi ve belgeyi sürekli veya belirli aralıklarla Kuruma vermeye, elektronik ortamda görüntülenmesini sağlamaya ve görüntülenen bu bilgilerin güvenliğini sağlamakla yükümlüdürler.

-5510 sayılı Kanun’un “Sigortalı bildirimi ve tescili” başlıklı 8 inci maddesinin son fıkrası;

“Sigortalı işe giriş bildirgesinin şekli ve içeriği, bildirgenin verilme yöntemleri ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin diğer usûl ve esaslar, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” şeklindedir.

5510 sayılı Kanun’da yer alan bu düzenlemelerle; Sosyal Güvenlik Kurumu görevlileri tarafından elektronik ortamda hazırlanacak bilgi ve belgelerin adli ve idari makamlar nezdinde resmi belge olarak geçerli olacağı, başlangıçta sosyal güvenlik kurumu görevlilerine yazılı olarak verilen işe giriş bildirgelerinin elektronik ortamda verilmesinin zorunluluk haline getirildiği görülmektedir.

5510 sayılı Kanun’un 100 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında; açıkça elektronik ortamda yetkili kişilerce hazırlanacak bilgi ve belgelerin adli ve idari makamlar nezdinde resmi belge olarak geçerli olduğu belirtildiğinden, usulüne uygun düzenlenmiş işe giriş bildirgesinin resmi belge niteliğinde olduğu açıktır.

Kamu kurumu olan Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından sisteme giriş yetkisi verilen kişinin bu yetkisinin hukuka ve usule uygun veri girişi ile sınırlı olduğu kuşkusuzdur.

Davaya konu oluşturan fiil, işyeri sahibi veya yetkili kıldığı kişi tarafından katılan … Kurumu ile yapılan sözleşmeye istinaden kurumun verdiği şifreyle sisteme girerek, e-bildirge içeriğine doğru olmayan verileri Sosyal Güvenlik Kurumuna ait bilgi işlem ortamının veri tabanına yerleştirerek 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 100 üncü maddesinin üçüncü fıkrası gereğince resmi belge niteliğinde kabul edilen kayıtların oluşturulmasından ibarettir. Bu haliyle kuruma elektronik ortamda gerçek olmayan bir beyanı iletmekten ibaret …; 5237 sayılı Kanunun 244 üncü maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında düzenlenen suçun seçimlik hareketlerinden olan kamu kurumuna ait bilişim sistemine veri yerleştirme tipik fiilini oluşturmaktadır.

Ancak 5510 sayılı Kanunun 100 üncü maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, katılan kurum ile yapılan sözleşmeye istinaden kurumun verdiği şifreyle elektronik ortamda hazırlanan işe giriş bildirgeleri adli ve idari makamlar nezdinde resmi belge niteliğinde olduğu kabul edilmiştir.

Bu nedenle 5510 sayılı Kanunun 100 üncü maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca resmi belge sayılan elektronik işe giriş bildirgesinin içeriğinin gerçeğe aykırı şekilde oluşturulmasından ibaret eyleminin 5237 sayılı Kanunun 204 üncü maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen suçun seçimlik hareketlerinden resmî belgenin sahte olarak düzenlenmesi tipiklik hareketini oluşturduğu kabul edilmelidir.

Gerçeğe aykırı elektronik işe giriş bildirgesi düzenlenmesi hâlinde bu durumda eylemin 5237 sayılı Kanunun 204 üncü maddenin birinci fıkrasında düzenlenen resmî belgede sahtecilik suçunu mu yoksa 5237 sayılı Kanunun 244 üncü maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen sisteme veri yerleştirme suçunu mu oluşturduğu tartışması ortaya çıkmaktadır.

Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29.09.2020 tarih, 2017/11-1122 Esas,2020/381 Karar sayılı ilamında; doktrinde benimsenen görünüşte içtima halinde hangi kanunun uygulanacağı hususunda özel normun önceliği ilkesinin de belirleyici olduğu,genel norm ile aynı hukuki yararı koruyan özel norm, genel normun tüm unsurlarını taşımakla birlikte genel normda yer almayan özel bazı unsurları da ihtiva ettiği, böyle bir durumda “özel normun önceliği” ilkesi uyarınca olaya genel normun değil özel normun uygulanacağının belirtildiği,

Türk Ceza Kanunu’nun 244. maddesinin ikinci fıkrasındaki bu düzenlemenin elektronik belgelerde yapılacak sahtecilik eylemlerine ilişkin özel norm niteliğinde olduğu ve özel normun önceliği ilkesi gereğince de genel normun değil özel normun uygulanması gerektiği hususları göz önünde bulundurulduğunda, işveren veya yetki verdiği kişi tarafından elektronik ortamda sahte işe giriş bildirgesi düzenlemenin Türk Ceza Kanunu’nun 204. maddesinin birinci fıkrasında yer alan resmî belgede sahtecilik suçuna göre özel norm niteliğinde olan aynı Kanun’un 244. maddesinin ikinci fıkrasındaki bilişim sistemine veri yerleştirme suçunu oluşturduğu kabul edilmiştir.

Somut olayda; Sosyal Güvenlik Kurumu’nun 29.09.2016 tarihli inceleme raporunda, sanık …’e iş yerini işletmesi nedeniyle iş yerinde çalışacak kişilerin sigorta giriş bildirgesini düzenlemesi amacıyla tutanak ile internet kullanıcı kodu ve kullanıcı şifresi verilerek sanığa teslim edildiği belirtilmiştir.

Sanık … ve iş yerinin asıl sahibi olan sanık …’ün, … …, …, … …, …, … … isimli şahısları işyerinde çalışmamasına rağmen, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından kendilerine verilen kullanıcı kodu ve şifresini kullanarak elektronik ortamda doğru olmayan işe giriş bildirgesi düzenleyip … …, …, … …, …, … …’i sigortalı olarak gösterdikleri belirlenmiştir.

Yukarıda açıklaması yapılan tespitlere, oluşa ve tüm dosya kapsamına göre; sanıklar … ve …’ün iş yerinin sahibi oldukları, Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan aldıkları kullanıcı kodu ve şifresini hem kullanarak hem de temyiz dışı sanık …’a kullandırtarak … …, …, … …, …, … …’i sigortalı olarak çalıştığına ilişkin gerçek olmayan verileri Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarına girdikleri, bu şekilde sanık …’ün eyleminin 5237 sayılı Kanunun 204 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan resmî belgede sahtecilik suçuna göre özel norm niteliğinde olan aynı Kanun’un 244 üncü maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrasındaki kamu kurumuna ait bilişim sistemine veri yerleştirme suçunu oluşturduğu ve bu suçtan cezalandırılması gerektiği gözetilmeden sanık hakkında beraat kararı verilmesi hukuka aykırı bulunmuştur.

  1. KARAR

A- Sanık … Hakkında Kurulan Hükme Yönelik Katılan Kurum Vekilinin Temyiz İtirazlarının İncelenmesinde;

Gerekçe bölümünün ”A” bendinde açıklanan nedenle katılan Kurum vekilinin temyiz istemi yerinde görüldüğünden Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Ceza Dairesinin, 28.09.2021 tarihli ve 2019/2757 Esas, 2021/2174 Karar sayılı kararının 5271 sayılı Kanun’un 302 nci maddesinin ikinci fıkrası gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA,

B- Sanık … Hakkında Kurulan Hükme Yönelik Katılan Kurum Vekilinin Temyiz İtirazlarının İncelenmesinde;

Gerekçe bölümünün ”B” bendinde açıklanan nedenle katılan Kurum vekilinin temyiz istemi yerinde görüldüğünden Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Ceza Dairesinin, 28.09.2021 tarihli ve 2019/2757 Esas, 2021/2174 Karar sayılı kararının 5271 sayılı Kanun’un 302 nci maddesinin ikinci fıkrası gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy çokluğuyla BOZULMASINA,

Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun’un 304 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi uyarınca takdîren Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 09.10.2024 tarihinde karar verildi. (Y8.CD, 09/10/2024 T., 2023/43 E., 2024/7554 K.)

Av. iltan Ekmekçioğlu

Menü