HIRSIZLIK
I. İLGİLİ MEVZUAT
Hırsızlık
Madde 141- (1) Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) (Mülga: 2/7/2012-6352/105 md.)
II. SUÇUN MADDİ ve MANEVİ UNSURLARI
A. Suçun Maddî Unsuru
Hırsızlık suçunun maddi unsuru, taşınır bir malın bulunduğu yerden alınmasıdır. Maddenin gerekçesine göre almak kavramından anlaşılması gereken, suçun konusunu oluşturan mal üzerinde mağdurun zilyetliğine son verilmesi, mağdurun suç konusu eşya üzerinde zilyetlikten doğan tasarruf haklarını kullanmasının olanaksız hâle gelmesidir. Bu tasarruf olanağı ortadan kaldırılınca suç da tamamlanır.
Malın alınması sırasında cebir veya tehdit kullanılmamalıdır. Aksi halde hırsızlık değil yağma suçu söz konusu olur.
Yargıtay’ın telefonu kısa süreliğine konuşma bahanesiyle almaya dair olaylarla ilgili verdiği bir kararına göre, “Şikâyetçi ile aynı hastanenin aynı bölümünde tedavi gören ve şikayetçinin önceden tanımadığı sanığın, bir yakını ile görüşüp iade etmek bahanesi ile şikâyetçiden istediği cep telefonunu alıp konuşur gibi yaparak, hastanenin salon kısmına doğru gidip olay yerinden uzaklaşması şeklinde gelişen olayda, başlangıçtan itibaren hırsızlık kastıyla hareket ettiği anlaşılan sanık ile müşteki arasında yasa koyucu tarafından güveni kötüye kullanma suçunun oluşması amacıyla aranan nitelikte, zilyetliğin devrine ilişkin, tarafların aldatılmamış özgür iradeleriyle kurulan ve hukuken geçerli olan bir sözleşme, dolayısıyla hukuksal anlamda geçerli bir zilyetlik devrinin bulunduğundan ve sözleşme sonucu meydana gelmiş olan güvenden söz edilemez. Bu nedenle güveni kötüye kullanma suçunun unsurları oluşmadığından, sanığın eylemi hırsızlık suçunu oluşturmaktadır. Ayrıca, olayda dolandırıcılık suçunun oluşabileceği düşünülebilir ise de; sanığın basit bir yalandan ibaret olan sözünün hileli davranış olarak kabulü olanaklı olmadığından, dolandırıcılık suçunun da oluşmayacağı açıktır. (YCGK, 12/06/2012 T., 2011/15-440 E., 2012/229 K.)”
B. Suçun Manevî Unsuru
Hırsızlık suçu kasten işlenebilen bir suçtur. Yani bu suç taksirle işlenemez. Hırsızlık suçunun oluşabilmesi için, failin, hırsızlık konusu malı, “kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla” almış olması gerekir.
III. SUÇUN FAİLİ ve MAĞDURU
Hırsızlık suçunun faili herkes olabilir. Fakat fail ile mağdur arasında 167. maddede belirtilen akrabalık ilişkisinin bulunması halinde, duruma göre cezasızlık veya cezada indirim sebebi olduğu kabul edilmiştir. Bu konudaki açıklama için mala zarar verme suçunda yaptığımız açıklamalara bakılabilir.
Hayatta bulunan ve taşınır bir malı bulunan herkes, hırsızlık suçunun mağduru olabilir.
IV. SUÇUN NİTELİKLİ HALLERİ
Hırsızlık suçunun nitelikli halleri TCK’nın 142. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddede nitelikli haller üç fıkraya ayrılarak düzenlenmiştir. 142. madde hükmü şu şekildedir:
Nitelikli hırsızlık
MADDE 142:
(1) Hırsızlık suçunun;
- a) Kime ait olursa olsun kamu kurum ve kuruluşlarında veya ibadete ayrılmış yerlerde bulunan ya da kamu yararına veya hizmetine tahsis edilen eşya hakkında,
- b) (Mülga: 18/06/2014-6545 s.k./madde 62)
- c) Halkın yararlanmasına sunulmuş ulaşım aracı içinde veya bunların belli varış veya kalkış yerlerinde bulunan eşya hakkında,
- d) Bir afet veya genel bir felâketin meydana getirebileceği zararları önlemek veya hafifletmek maksadıyla hazırlanan eşya hakkında,
- e) Adet veya tahsis veya kullanımları gereği açıkta bırakılmış eşya hakkında,
- f) (Mülga: 2/7/2012-6352 s.k./madde 82)
İşlenmesi hâlinde, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(2) Suçun;
- a) Kişinin malını koruyamayacak durumda olmasından veya ölmesinden yararlanarak,
- b) Elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle ya da özel beceriyle,
- c) Doğal bir afetin veya sosyal olayların meydana getirdiği korku veya kargaşadan yararlanarak,
- d) Haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarla ya da diğer bir aletle kilit açmak veya kilitlenmesini engellemek suretiyle,
- e) Bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle,
- f) Tanınmamak için tedbir alarak veya yetkisi olmadığı hâlde resmî sıfat takınarak,
- g) Büyük veya küçük baş hayvan hakkında,
- h) (Ek bent: 18/06/2014-6545 s.k./madde 62) Herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında,
İşlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Suçun, bu fıkranın (b) bendinde belirtilen surette, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda olan kimseye karşı işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte biri oranına kadar artırılır.
(3) Suçun, sıvı veya gaz hâlindeki enerji hakkında ve bunların nakline, işlenmesine veya depolanmasına ait tesislerde işlenmesi halinde, beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, ceza yarı oranında artırılır ve onbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.
(4) (Ek fıkra: 06/12/2006 – 5560 S.K.6.md) Hırsızlık suçunun işlenmesi amacıyla konut dokunulmazlığının ihlâli veya mala zarar verme suçunun işlenmesi halinde, bu suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılabilmesi için şikâyet aranmaz.
(5) (Ek fıkra: 18/06/2014-6545 s.k./madde 62) Hırsızlık suçunun işlenmesi sonucunda haberleşme, enerji ya da demiryolu veya havayolu ulaşımı alanında kamu hizmetinin geçici de olsa aksaması hâlinde, yukarıdaki fıkralar hükümlerine göre verilecek ceza yarısından iki katına kadar artırılır.
A. Suçun Kime Ait Olursa Olsun Kamu Kurum ve Kuruluşlarında veya İbadete Ayrılmış Yerlerde Bulunan ya da Kamu Yararına veya Hizmetine Tahsis Edilen Eşya Hakkında İşlenmesi
TCK’nın 142/1-(a) bendinde suçu nitelikli hale getiren unsur, eşyanın bulunduğu yere ve bu eşyanın niteliğine ilişkindir. Hırsızlık konusu eşyanın çalınmadan önce yukarıda sayılan yerlerde bulunuyor olması veyahut kamu yararına veya kamu hizmetine tahsis edilen eşya olması gerekir.
Suçun kamu kurum ve kuruluşlarında bulunan eşya hakkında işlenmesi nitelikli hal olarak kabul edilmiştir. Kamu kurum veya kuruluşunun eklentisinde bulunan eşyalara karşı işlenen hırsızlığı da bu bent kapsamında değerlendirmek gerekir. Ancak Yargıtay kararları aksi yöndedir.
Nitelikli halin uygulanması için, hırsızlığa konu olan eşyanın, ibadete ayrılmış yerlerde bulunan eşya hakkında işlenmesi yeterlidir.
TCK m. 142/1-a bendinde sayılan üçüncü durum, eşyanın bulunduğu yere bakılmaksızın, kamu yararına veya kamu hizmetine tahsis edilmesi halidir. Yani burada eşyanın bulunduğu yer değil, özgülendiği amaç kıstas alınmıştır.
B. Suçun Halkın Yararlanmasına Sunulmuş Ulaşım Aracı İçinde veya Bunların Belli Varış veya Kalkış Yerlerinde Bulunan Eşya Hakkında İşlenmesi
Bu bent ile halkın yararlanmasına sunulmuş ulaşım araçlarında ve bunların belli varış ve kalkış yerlerinde yani istasyonlarda bulunan eşya korunmaktadır. Bu bentte de iki ayrı hal düzenlenmiştir. Bunlardan birincisi, Halkın Yararlanmasına Sunulmuş Ulaşım Aracı İçinde Bulunan Eşya Hakkında Hırsızlık; diğeri ise Halkın Yararlanmasına Sunulmuş Ulaşım Araçlarının Bunların Belli Varış veya Kalkış Yerlerinde Bulunan Eşya Hakkında Hırsızlıktır. Şimdi bu iki hali ayrı ayrı inceleyelim.
Halkın yararlanmasına sunulmuş ulaşım aracı içinde bulunan eşya hakkında hırsızlık suçunun nitelikli hal sayılmasındaki temel düşünce, bentte ifade edilen yerlerde yolcuların telaş etmeleri ve eşyalarını gözetmekte zorluk çekmeleri ve böylece hırsızların kolayca ve cesaretle bu hırsızlığı gerçekleştirebilmeleridir.[1] Nitekim Ceza Genel Kurulunun bir kararında da bu husus teyit edilmiştir[2].
Diğer durumda, hırsızlığın konusunu, halkın yararlanmasına sunulmuş ulaşım araçlarının bunların belli varış veya kalkış yerlerinde bulunan eşya oluşturmaktadır. Yani suç, durak, terminal, havaalanı, liman, iskele gibi yerlerde bulunan eşya hakkında işlenmelidir.
C. Suçun Bir Afet veya Genel Bir Felâketin Meydana Getirebileceği Zararları Önlemek veya Hafifletmek Maksadıyla Hazırlanan Eşya Hakkında İşlenmesi
Hırsızlık suçunun bir afet veya genel bir felâketin meydana getirebileceği zararları önlemek veya hafifletmek maksadıyla hazırlanan eşya hakkında işlenmesi, bir nitelikli unsur olarak belirlenmiştir. Deprem, sel, su baskını, yangın ve savaş gibi afet veya genel felâketin sebebiyet verebileceği zararları önlemek, bu afet veya felaketlere maruz kalan insanların ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla hazırlanmış olan eşya, bu bent kapsamına giren hırsızlık suçunun konusunu oluşturmaktadır.
D. Suçun Adet veya Tahsis veya Kullanımları Gereği Açıkta Bırakılmış Eşya Hakkında İşlenmesi
TCK m. 142/1-e bendi uyarınca, âdet veya tahsis ve kullanım gereği açığa bırakılmış olan eşya hakkında hırsızlık suçunun işlenmesi, bir nitelikli unsur olarak kabul edilmiştir. Tarlalarda bırakılan tarım araçları ile inşaat yerine yığılan malzeme, bu kapsama giren eşyaya örnek olarak gösterilebilir.
Araç sahibinin aracının kapılarını açık bırakmakla birlikte, ayrıca kontak anahtarını da araç üzerinde bırakarak, eşyanın korunması noktasında üzerine düşen hiçbir yükümlülüğü yerine getirmediği bir durumda, aracın, üzerinde bırakılan kontak anahtarı ile çalıştırılarak götürülmesi eyleminin TCK’nun 141/1. maddesine uyan hırsızlık suçunun basit hâlini oluşturduğunun kabulü gerekmektedir.
Kapı ve camları kilitlenmek suretiyle muhafaza altına alınmış olan aracın, kapı kilitlerinin veya camlarının zorlanarak veya kırılarak açılıp, aracın içerisindeki eşyanın ya da düz kontak yapılıp çalıştırılan aracın kendisinin çalınması eylemlerinin tamamı suç tarihi itibarıyla TCK’nun 142. maddesinin ikinci fıkrasının, “Hırsızlık suçunun; Herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında işlenmesi” şeklinde düzenlenmiş olan (h) bendindeki nitelikli hâlinin, herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında hırsızlığa ilişkin ilk hâline uymaktadır.
Zira, belirtilen bu eylemlerin tamamında kapı ve camları kilitlenmek suretiyle en başta aracın kendisi ve ayrıca içerisindeki eşyalar muhafaza altına alınmakta olup, bu şekildeki bir aracın kendisinin veya içerisindeki eşyanın çalınması durumunda kilitlenmek suretiyle muhafaza altına alınmış eşyanın çalınması hâli söz konusu olduğundan, belirtilen eylemlerin tamamının TCK’nun 142/2-h maddesine uyan nitelikli hırsızlık suçunu oluşturduğunun kabulü gerekmektedir.
E. Suçun Kişinin Malını Koruyamayacak Durumda Olmasından veya Ölmesinden Yararlanarak İşlenmesi
TCK m. 142/2-a bendinde iki ayrı nitelikli hal düzenlenmiştir. Bunlardan birincisi, Suçun Kişinin Malını Koruyamayacak Durumda Olmasından Yararlanılarak İşlenmesi; ikincisi ise, Suçun Kişinin Ölmesinden Yararlanılarak İşlenmesidir. Mağdurun trafik kazası geçirmiş olması, aklî veya bedensel bir hastalık veya sakatlıkla malul olması, malını koruyamayacak durumda olmasının örneklerini oluşturmaktadır. Kişinin örneğin geçirmiş bulunduğu kaza sonucunda ölmüş olmasından yararlanılarak üzerindeki veya yanındaki eşya hakkında hırsızlık suçunun işlenmiş olması halinde bu bent uyarınca cezalandırma yoluna gidilecektir.
F. Suçun Elde veya Üstte Taşınan Eşyayı Çekip Almak Suretiyle ya da Özel Beceriyle İşlenmesi
TCK m. 142/2-b kapsamında iki nitelikli hal düzenlenmiştir. Bunlardan birincisi, elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle hırsızlık; diğeri ise, özel beceriyle hırsızlık suçunun işlenmesidir. Burada düzenlenen nitelikli hal, elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle gerçekleştirilen ve toplumsal hayatta kapkaç olarak ifade edilmiş olan, kişiye zor kullanmadan işlenen hırsızlıktır. Eğer zor kullanılmak suretiyle alınırsa, bu bent hükmünü değil, ayrı bir suç olan yağma suçunu oluşturur.
“Özel beceri deyiminin, mağdurun malı üzerindeki her türlü uyanıklığını ve denetimini azaltabilecek veya yok edebilecek hareketlerin yapılması, örneğin mağdurun cebindeki paranın veya cüzdanın veya omzundaki çantasının içindeki paranın mağdura hissettirilmeden el çabukluğu yoluyla alınması şeklinde anlaşılması gerekir.”[3]
G. Suçun Doğal Bir Afetin veya Sosyal Olayların Meydana Getirdiği Korku veya Kargaşadan Yararlanarak İşlenmesi
Kanun koyucu, kolaylıkla işlenebilmesi nedeniyle hırsızlık suçunun doğal bir afetin veya sosyal olayların meydana getirdiği korku veya kargaşadan yararlanarak işlenmesini, bir nitelikli unsur olarak belirlemiştir (TCK m. 142/2-c). Kişinin içinde bulunduğu bazı durumlar, eşyası üzerindeki koruma ve gözetimini zayıflatabilir ve hatta ortadan kaldırabilir. Bu durumdan yararlanarak hırsızlık suçu kolaylıkla işlenebilir. Deprem haline ilişkin bir Yargıtay kararına göre, “Kredi Yurtlar Kurumuna ait öğrenci yurdunda kalan müştekilerin olay tarihinde meydana gelen depremin hemen sonrasında yaşanan kargaşa ve korku nedeniyle yurt binasını boşalttıkları ve söz konusu yurtta öğrenci olarak kalmayan sanığın bu doğal afet nedeniyle oluşan kargaşadan faydalanarak öğrenci yurduna girerek öğrencilerin yurdu boşaltmış olmalarının sağladığı kolaylıkla gerçekleştirdiği eyleminin TCK’nın 142/2-c maddesinde ki yazılı suçu oluşturduğu halde suç vasfında yanılgıya düşülerek TCK’nın 142/1-b maddesince uygulama yapılarak ceza tayin edilmesi bozmayı gerektirmiştir (Y13.CD, 05/10/2020 T., 2020/1626E., 2020/8503 K.)”
H. Suçun Haksız Yere Elde Bulundurulan veya Taklit Anahtarla ya da Diğer Bir Aletle Kilit Açmak veya Kilitlenmesini Engellemek Suretiyle İşlenmesi
TCK m. 142/2-d bendi ile hırsızlık suçunun haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarla ya da diğer bir aletle kilit açmak veya kilitlenmesini engellemek suretiyle işlenmesi, bir nitelikli hâl olarak kabul edilmiştir. Bu nitelikli hâl için önemli olan, hırsızlık suçunun kilit açmak suretiyle işlenmesidir. Kilit, haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarla ya da diğer bir aletle açılmış olabilir. Anahtar, hırsızlık veya yağma suretiyle de elde edilmiş olabilir. Bu durumda iki suçun oluştuğunu kabul etmek gerekir.
İ. Suçun Bilişim Sistemlerinin Kullanılması Suretiyle İşlenmesi
TCK m. 142/2-e hükmüne göre hırsızlık suçunun bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle işlenmesi nitelikli hâl sayılmıştır. Bu hükmün en sık görüldüğü olay tipi, mağdurun internet bankacılığındaki şifresinin kırılarak failin kendisinin veya başkasının hesabına eft veya havale yapılması halidir. Yargıtay’ın bir kararına göre, “5237 sayılı TCK’nın 142/2-e maddesindeki hırsızlık suçunun, müştekinin hesabındaki paranın sanığın hesabına aktarılması ile tamamlanacağı, hesaba aktarılan paranın çekilmiş olup olmamasının suçun oluşumuna etkisi bulunmadığı gözetilmeden suçun teşebbüs aşamasında kaldığı kabul edilerek cezadan indirim yapılması, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır (Y2.CD, 19/10/2021 T., 2021/13783E., 2021/17105 K.)”
J. Suçun, Tanınmamak İçin Tedbir Alarak veya Yetkisi Olmadığı Hâlde Resmî Sıfat Takınarak İşlenmesi
TCK m. 142/2-f hükmüne göre, suçun, tanınmamak için tedbir alarak veya yetkisi olmadığı hâlde resmî sıfat takınarak işlenmesi nitelikli hâl sayılmıştır. Suçun tanınmamak için tedbir alarak işlenmesi deyimi, failin suç işlediği sırada tanınarak yakalanmasını önlemek ve bu suretle cezasız kalmasını sağlamak amacı ile üzerinde yapacağı her türlü değişikliği ifade eder. Kişi, kendisini tanınmayacak hâle getirmekle, yakalanmasını önlemek ve böylece cezasız kalmasını sağlamak amacı gütmektedir.
K. Suçun Büyük veya Küçük Baş Hayvan Hakkında İşlenmesi
TCK m. 142/2-g hükmüne göre, suçun büyük veya küçükbaş hayvan hakkında işlenmesi nitelikli hâl hal sayılmıştır. Kümes hayvanları buna dâhil değildir. Bu bent hükmünün uygulanabilmesi için, çalınan hayvanın büyükbaş veya küçük baş hayvan olması gerekir. İnek, at, sığır, eşek, manda, deve gibi hayvanlar büyükbaş; koyun, keçi gibi hayvanlar ise küçükbaş hayvandır.
L. Suçun Herkesin Girebileceği Bir Yerde Bırakılmakla Birlikte Kilitlenmek Suretiyle ya da Bina veya Eklentileri İçinde Muhafaza Altına Alınmış Olan Eşya Hakkında İşlenmesi
TCK’nın 142/2-(h) bendinde iki ayrı nitelikli hal düzenlenmiştir. Bunlardan ilki, suçun herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmiş eşya hakkında işlenmesi; diğeri ise, bina veya eklentileri içerisinde muhafaza altına alınmış eşya hakkında işlenmesi halidir.
“Bu nitelikli halin uygulanabilmesi için eşyanın korunma altına alınması tek başına yeterli olmayıp, bunun “kilitlenmiş” olması ve “herkesin girebileceği bir yerde bırakılmış olması” gerekir.”[4] Herkesin girebileceği yerlerden maksat, caddeler, sokaklar, pazar yerleri, marketler, fuar yerleri vs. gibi yerlerdir. Yargıtay’ın bir kararına göre, “… olay yeri inceleme raporuna göre; kamyonetin akü bölümünün boş ve muhafaza kapağının yerinden çıkartılmış olduğu, müştekinin soruşturma aşamasındaki beyanına göre aracının sol şoför tarafı kasa altında bulunan iki adet akünün yerinde olmadığını fark ettiği, sanığın soruşturma aşamasındaki ifadesinde suça konu aküleri muhafaza kutusunun vidalarını anahtar ile sökerek çıkarttığını beyan ettiğinin anlaşılması karşısında, müştekinin duruşmaya davet edilerek suça konu akülerin bulunduğu bölmelerin kilitli olup olmadığı hususunun sorularak, kilitli olması halinde TCK’nın 142/2-h maddesinde düzenlenen hırsızlık suçunun, kilitli olmaması halinde aynı Kanun’un 142/1-e maddesinde düzenlenen hırsızlık suçunun oluşacağı da nazara alınarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekir (Y2.CD, 20/01/2020 T., 2019/13160 E., 2020/1147 K.)”
- maddenin 2. fıkrasının (h) bendinde düzenlenen bir diğer nitelikli hal, suçun bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında işlenmesidir. Bu bent hükmünde, malın bulunduğu yer nitelikli unsur olarak kabul edilmiştir. Bu husustaki bir Yargıtay kararına göre, “Suça konu müştekilere ait eşyaların inşaat halindeki bina içinden çalındığının anlaşılması karşısında; sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 142/1-e maddesine uyan suçu oluşturduğu gözetilmeden, açıklanması geri bırakılan hükümde aynı Yasanın 141/1. maddesiyle, son kurulan hükümde ise suç yerinin bina vasfında olmadığı nazara alınmadan TCK’nun 142/1-b maddesi gereğince hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir (Y6.CD, 01/02/2021 T., 2020/5323 E., 2021/1199 K.)”
Muhafaza altına alınmış eşya deyiminden anlaşılması gereken ise, bina veya eklentilerinde bulunan eşyadır. Bu eşyanın bina veya eklentisinde bulunması yeterli olup, ayrıca kilitle korunan veyahut başka yollarla korunan bir yerde bulunmasına gerek yoktur.
M. Suçun, Sıvı veya Gaz Hâlindeki Enerji Hakkında Ve Bunların Nakline, İşlenmesine Veya Depolanmasına Ait Tesislerde İşlenmesi
- maddenin üçüncü fıkrasında, hırsızlık suçunun sıvı veya gaz hâlindeki enerji hakkında ve bunların nakline, işlenmesine veya depolanmasına ait tesislerde işlenmesi, suçun temel şekline göre daha ağır cezayı gerektiren hâl olarak tanımlanmıştır.
Bu fıkra hükmünün oluşabilmesi için suçun sıvı veya gaz halindeki enerji hakkında işlenmiş olması yetmez. Suçun aynı zamanda bunların nakline, işlenmesine veya depolanmasına ait tesislerde işlenmesi gerekir[5].
N. Maddenin Beşinci Fıkrasında Düzenlenmiş Bulunan Nitelikli Hal
6545 sayılı yasayla 142. maddeye eklenen 5. fıkra hükmüne göre “Hırsızlık suçunun işlenmesi sonucunda haberleşme, enerji ya da demiryolu veya havayolu ulaşımı alanında kamu hizmetinin geçici de olsa aksaması hâlinde, yukarıdaki fıkralar hükümlerine göre verilecek ceza yarısından iki katına kadar artırılır” Örneğin demiryolunda bulunan traverslerin çalınması üzerine demiryolu seferleri aksarsa, bu bent hükmü uygulanacaktır.
O. Suçun Gece Vakti İşlenmesi
Hırsızlık suçunun gece vakti işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılır. Burada şu hususu önemle vurgulamak gerekir ki, cezanın yarı oranında artırılacağına dair oran, 6545 sayılı kanunla yapılan değişiklikle madde metnine işlenmiş olup, değişiklikten önceki hükme göre ceza üçte birine kadar artırılıyordu. Dolayısıyla 6545 sayılı kanunun yürürlük tarihinden (28/06/2014’ten) önce işlenen suçlarda, gece vaktine ilişkin ağırlaştırıcı neden varsa, sanık lehine olan değişiklik öncesi oran uygulanacaktır.
V. DAHA AZ CEZAYI GEREKTİREN HALLER
TCK m. 144 hükmüne göre hırsızlık suçunun;
- a) Paydaş veya elbirliği ile malik olunan mal üzerinde,
- b) Bir hukuki ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla,
İşlenmesi halinde, şikayet üzerine, fail hakkında iki aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
TCK m. 145 hükmüne göre, Hırsızlık suçunun konusunu oluşturan malın değerinin azlığı nedeniyle, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, suçun işleniş şekli ve özellikleri de göz önünde bulundurularak, ceza vermekten de vazgeçilebilir.
Kullanma hırsızlığını düzenleyen TCK m. 146 hükmüne göre de, Hırsızlık suçunun, malın geçici bir süre kullanılıp zilyedine iade edilmek üzere işlenmesi halinde, şikayet üzerine, verilecek ceza yarı oranına kadar indirilir. Ancak malın suç işlemek için kullanılmış olması halinde bu hüküm uygulanmaz.
Hırsızlık suçunun ağır ve acil bir ihtiyacı karşılamak için işlenmesi halinde, olayın özelliğine göre, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir (TCK m. 147).
VI. SUÇUN ÖZEL GÖRÜNÜŞ BİÇİMLERİ
A. Teşebbüs
Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur (TCK m. 35/1). Suça teşebbüs halinde fail, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onüç yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir (TCK m. 35/2).
Hırsızlık suçunda suçun tamamlanmış sayılabilmesi için malın failin zilyetliğine geçirilmiş olması gerekir. Mal failin zilyetliğine geçtiğinde suç tamamlanmış olur. Eğer fail, malın zilyetliğine geçirilmesi için icra hareketlerine başlamış, fakat elinde olmayan nedenlerden dolayı malı zilyetliğine geçirememişse, suç tamamlanmamış, teşebbüs aşamasında kalmış olacaktır. Yargıtay’ın bir kararına göre, “Olay günü tanığın henüz kullanılmayan, yapımı bitmiş terminal binasının önünde gördüğü aracın daha sonra uzaklaşması üzerine binada hırsızlık yapılmış olabileceği şüphesiyle aracın plakası ve markasını da bildirerek gündüz saat 19.00 sıralarında ihbarda bulunması üzerine kolluk tarafından aracın aranmaya başlandığı, saat 19.15 sıralarında aracın görülüp takip sonucu aracı kullanan sanığın yakalandığı ve suça konu eşyaların araçta ele geçtiği olayda, sanığın yakalanmasında baştan itibaren kesintisiz bir takip olmadığı, kolluğun araştırması sonucu sanığın yakalandığı ve hırsızlık eyleminin tamamlandığı gözetilmeden teşebbüs hükümlerinin uygulanarak eksik ceza tayini aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır (Y2.CD, 17/03/2021 T., 2020/7632 E., 2021/5863 K.)” Bir başka kararına göre de, “27/01/2015 tarihli tutanağa göre, suça sürüklenen çocuğun, temyiz dışı suça sürüklenen çocuk … ile birlikte müştekiye ait araçtan içi erzak dolu market poşeti çaldıklarının ihbarı üzerine, çevrede araştırma yapan polis tarafından kesintisiz takip olmaksızın suça konu poşetlerle, olay yerine yakın metro istasyonunun merdivenlerinden indikleri sırada yakalandığı olayda, hırsızlık eyleminin tamamlandığı gözetilmeden suça sürüklenen çocuk hakkında TCK’nın 35. maddesinde düzenlenen teşebbüs hükümleri uygulanarak eksik ceza tayini, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır (Y2.CD, 23/02/2021 T., 2020/6032 E., 2021/3345 K.)”
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 21/05/2013 tarih, 2012/13-1543 Esas ve 2013/257 Karar sayılı kararında, suçlardan birinin tamamlanmış diğerinin teşebbüs aşamasında kalması durumunda, şayet suçlar aynı nitelikte ise, örneğin ikisi de suçun basit şekli ise tamamlanmış suçtan hüküm kurulması, tamamlanmış olan eylem suçun basit halini, teşebbüs aşamasında kalmış eylem ise suçun nitelikli halini oluşturuyorsa, bu durumda her bir suç için ayrı ayrı uygulama yapılarak sonucuna göre hangi suç daha ağır cezayı gerektiriyor ise o suç üzerinden zincirleme suç hükümlerinin uygulanması, sonuçta zincirleme suç nedeniyle ceza belirlenirken suçun en ağır cezayı gerektiren hali üzerinden uygulama yapılması gerekir[6].
B. İştirak
Hırsızlık suçu, iştirakin her türüne müsait bir suçtur. Örneğin, kafasında hiçbir şekilde hırsızlık suçu işleme düşüncesi bulunmayan bir kişiye hırsızlık suçunun işletilmesi hırsızlık suçuna azmettirmeden (m.38); asıl failin ev dışında gözetleme görevi yaparken, asıl failin malı içerden çıkarmasında yardım etmekten (m.39); her iki failin de, çalınan malı beraber tutarak götürmeleri halinde faillikten (m.37) dolayı hüküm kurulur.
C. İçtima
Hırsızlık suçunun bina veya eklentileri içinde işlenmesini nitelikli hâl olarak düzenleyen TCK m. 142/2-h hükmünün vücut bulabilmesi için, bina veya eklentisine girilmesi zorunlu değildir. Örneğin pencereden uzanarak içerdeki eşyanın çalınması yahut eğitimli köpek kullanılarak içerdeki eşyanın çalınması mümkündür. Bunun sonucu olarak, konut veya işyerine girilmesi zorunlu olmadığından, suç işlenirken aynı zamanda konut veya işyerine girilmişse, ayrıca konut veya işyeri dokunulmazlığını ihlal suçu oluşacaktır.
TCK’nın 43. maddesinin ilk fıkrasında; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.” biçiminde zincirleme suç düzenlemesine yer verilmiştir.
TCK m. 43/2 hükmüne göre, “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.” Yargıtay’ın bir kararına göre, “Olay tarihinde müştekiler S.A., E.G., K.B. ve D.Ç.’nın birlikte ikamet ettikleri apartman dairesine giren sanıkların, müştekilerden E.G.’e ait dizüstü bilgisayar ile S.A.’a ait dizüstü bilgisayar ve altın kolyeyi çaldıklarının anlaşılması karşısında; sanıkların suça konu dizüstü bilgisayarlar ile altın kolyenin ayrı ayrı müştekilere ait olduğunu bilmelerinin sonuca etkisi bulunmayıp, müştekilerin suça konu eşya üzerinde müşterek zilyedlik durumu bulunduğu cihetle, sanıkların eyleminin tek suç oluşturduğu gözetilmeyerek, iki ayrı suçtan hüküm kurulması hatalıdır. (Y13.CD, 17/03/2015 T., 2014/8057 E., 2015/4751 K.)”
Zarar vererek çalmak durumunda mala zarar verme suçu oluşmaz: “Suça konu aracın kapısına zarar verip düzkontak yaparak çalması biçimindeki eylemi nedeniyle hırsızlık suçunun yanında, ayrıca mala zarar verme suçu oluşmaz. Sanığın hırsızlık suçunun konusunu oluşturan aracın kapısına zarar verip, kontak kilidini kırarak düzkontak yapıp çalıştırarak aracı götürmesi suretiyle çalması şeklindeki olayda, eylem gerçekleştirilirken suç konusu aracın direksiyon muhafazasının kırıldığı ve sağ ön kapının zarar gördüğü sabittir. Sanığın suç konusu araçla ilgili olarak hırsızlık eylemini gerçekleştirebilmek için araçtan bağımsız olan başkaca bir mala zarar vermesi sözkonusu olmayıp, bizzat suç konusu olan araç üzerinde meydana gelen bir zarar bulunmaktadır. Burada suçun konusunu oluşturan mal, aracın tamamı olup, zarar da aracın çalınmasıdır. Bu nedenle sanığın, suça konu aracın kapısına zarar verip düzkontak yaparak çalması biçimindeki eylemi nedeniyle hırsızlık suçunun yanında, ayrıca mala zarar suçundan da hüküm kurulması isabetli değildir. (YCGK 21/01/2014 T., 2013/2-686 E., 2014/16 K.”
VII. SUÇU KOVUŞTURMAYLA GÖREVLİ MAHKEME
TCK m. 142/3’de düzenlenmiş bulunan, suçun, sıvı veya gaz hâlindeki enerji hakkında ve bunların nakline, işlenmesine veya depolanmasına ait tesislerde işlenmesi hâli hariç olmak üzere diğer tüm hallerde asliye ceza mahkemesi görevli olup, sadece 142/3’de düzenlenen halde ağır ceza mahkemesi görevlidir[7].
VIII. SUÇUN YAPTIRIMI
– TCK m. 141/1’deki haller söz konusu olduğunda verilecek ceza, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıdır.
– TCK m. 142/1’deki nitelikli haller söz konusu olduğunda verilecek ceza, 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezasıdır.
– TCK m. 142/2’deki nitelikli haller söz konusu olduğunda verilecek ceza, 5 yıldan 10 yıla kadar hapis cezasıdır.
– TCK m. 142/3 (1. cümle)’de düzenlenmiş bulunan nitelikli hal söz konusu olduğunda verilecek ceza, 5 yıldan 12 yıla kadar hapis cezasıdır.
– TCK m. 142/3 (1.cümle)’de düzenlenmiş bulunan nitelikli halin, bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır ve onbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.
– TCK m. 143’te düzenlenmiş bulunan, gece vakti hırsızlık suçunun işlenmesi hali söz konusu olduğunda verilecek ceza, yarı oranında kadar artırılır.
– TCK m. 144/1-a ve m. 144/1-b bentlerinde düzenlenmiş bulunan haller söz konusu olduğunda verilecek ceza, iki aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasıdır.
– TCK m. 145’te düzenlenmiş bulunan, suç konusu “malın değerinin az olması” halinde verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi suçun işleniş şekli ve özellikleri göz önünde bulundurularak, ceza vermekten de vazgeçilebilir.
– TCK m. 146’da düzenlenmiş bulunan “kullanma hırsızlığı” halinde verilecek ceza, yarı oranına kadar indirilir. Ancak malın suç işlemek için kullanılmış olması hâlinde bu hüküm uygulanmaz.
– TCK m. 147’de düzenlenmiş bulunan, zorunluluk halinde hırsızlık suçunun işlenmesi halinde verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.
IX. SUÇUN SORUŞTURULMASI VE KOVUŞTURULMASI
Genel olarak hırsızlık suçu şikâyete tabi değildir. Yani re’sen soruşturulur ve kovuşturulur. Fakat kanun koyucu, bazı durumlarda suçun şikâyete tabi olması gerektiğini uygun görmüştür. Bu haller şunlardır;
– Suçun, TCK m. 146’da düzenlenmiş bulunan kullanma hırsızlığı suçunu oluşturması hali,
– Suçun, TCK m. 144/1-a’da düzenlenmiş bulunan, “paydaş veya elbirliği ile malik olunan mal üzerinde” işlenmesi hali,
– Suçun, TCK m. 144/1-b’de düzenlenmiş bulunan, “bir hukukî ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla” işlenmesi hali,
– Suçun, TCK m. 167/2’de düzenlenmiş bulunan, belli yakınlıktaki akrabalara karşı işlenmesi hali.
Yukarıda belirtilen dört durum dışında hırsızlık suçu şikâyete tabi değildir.
Basit hırsızlık suçu şikâyete tâbi değil ise de, uzlaşma kapsamındadır (CMK m. 253/1-b.6)
X. YARGITAY KARARLARI
A. Ceza Genel Kurulu Kararları
Özet: Kapıları kilitli olmayan veya camları kapatılmamış olan araç içerisindeki eşyanın çalınması eyleminin, 5237 sayılı TCK’nun hırsızlık suçunun basit halinin düzenlendiği 141/1. maddesine uyduğu gözetilmelidir.
Nitelikli hırsızlık suçundan sanık G Y’in 5237 sayılı TCK’nun 142/1-e maddesi uyarınca 2 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, aynı kanunun 51. maddesi gereğince bir yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulmak suretiyle cezanın ertelenmesine ilişkin, Malatya 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 12.06.2007 gün ve 336-634 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 13. Ceza Dairesince 01.03.2012 gün ve 2456-4700 sayı ile;
“Yakınana ait aracın arka kapısının açık olduğunun, araç içerisinden, cep telefonu ile araçta mutad olarak bulunması gereken oto teybinin hırsızlandığının anlaşılması karşısında, sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nun 142/1-e maddesine uyduğu anlaşılmakla, tebliğnamedeki 1 numaralı bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir. …
Diğer temyiz itirazları da yerinde görülmemiştir. Ancak;
1- Sanık müdafiinin lehe kanun hükümlerinin uygulanması hususundaki talebine rağmen, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nun 62/1. maddesinde yazılı takdiri indirim nedenlerinin uygulanıp uygulanmayacağının karar yerinde tartışılmaması;
2- Sanık hakkında kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hükmolunan hapis cezasının kanuni sonucu olarak, 5237 sayılı TCK’nun 53/1. maddesinde yazılı hak yoksunluklarına karar verilmemesi;
3- Hükümden sonra 08.02.2008 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasanın 562. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nun 231. maddesi uyarınca ve bu maddenin 6. fıkrasına 25.07.2010 tarihinde yürürlüğe giren 6008 sayılı Yasanın 7. maddesi ile eklenen cümle de gözetilerek; hükmolunan cezanın tür ve süresine göre hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı hususunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması;
4-Kabule göre de ;
Hükmolunan hapis cezası ertelenen sanık hakkında, 5237 sayılı TCK’nun 51/3. maddesi uyarınca belirlenen denetim süresinin, mahkum olunan ceza süresinden az olamayacağının gözetilmemesi” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 24.04.2012 gün ve 253304 sayı ile;
“…Somut olayımızda kapısı açık bırakılan araç içerisinden oto teybi ile cep telefonunu çalan sanığı, 5237 sayılı TCK’nun 142/1-e maddesinden sorumlu tutmak 5237 sayılı TCK’nun 1. ve 2. maddelerinde düzenlenen ceza kanununun amacı ve suçların kanuniliği ilkesine aykırı olacağı gibi benzer olaydaki yerleşik içtihatlara ve bunun sonucu olarak da hakkaniyet ve kanun önünde eşitlik prensiplerine aykırı olacağı kuşkusuzdur.
Benzer bir olayda, Yargıtay Yüksek 6. Ceza Dairesinin 27.09.2011 tarih, 2007/11616 E- 2011/40363 K sayılı ilamında; Yakınanın 10.07.2005 günü 16 V 8180 plakalı 1994 model M. Ş.marka aracını kapılarını kilitlemeden park edip ayrılmasından sonra, sanık tarafından düz kontak yöntemiyle çalıştırılıp bulunduğu yerden çalınması şeklinde gerçekleşen olayda, sanığın eyleminin suç tarihinde yürürlükte olan 5237 sayılı TCK’nun 141/1 maddesi kapsamında kaldığı dikkate alınmadan uygulama imkânı bulunmayan 765 sayılı TCK’nun 491/ilk, 522 (pek fahiş), 59. maddelerinin tatbiki suretiyle ceza tayini kanuna aykırı olup öncelikle suç tarihinde yürürlükte olan kanuna göre uygulama yapılması zorunluluğundan dolayı yerel mahkeme tarafından verilen mahkumiyet kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Yüksek 6. Ceza Dairesinin 09.02.2010 tarih, 2008/15055 E- 2010/860 K sayılı ilamında; Hırsızlığın, ‘adet veya tahsis ya da kullanımı gereği açıkta bırakılmış eşya’ niteliği bulunmayan, sokak üzerinde park halinde bırakılan yakınana ait aracın düz kontak yapılarak çalınması suretiyle işlendiği, sanığın yüklenen suçu işlemediğini savunduğu, 14.12.2006 tarihli olay yeri inceleme raporu içeriğinde araç üzerinde zorlama izinin bulunmadığının belirtildiği ve taklit anahtarla ya da diğer bir aletle aracın kilidinin açıldığına ilişkin kanıtın da bulunmadığının anlaşılması karşısında; eylemin 5237 sayılı TCK’nun 141/1. maddesine uyduğu gözetilmeden, aynı Yasanın 142/1-b maddesi ile uygulama yapıldığı gerekçesiyle mahkumiyet kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Yüksek 6. Ceza Dairesinin 22.02.2010 tarih 2008/8421 E-2010/1639 K, 22.04.2010 tarih 2010/11549 E-2010/4772 K, 09.02.2010 tarih 2008/15055 E-2010/860 K, 22.02.2010 tarih 2008/8421 E-2010/1639 K, 22.04.2010 tarih 2010/11549 E-2010/4772 K, 2007/11616 E-2011/40363 K sayılı ilamlarında benzer görüşlere yer verilmiştir.
Yukarıdaki açıklamalar ve öğreti ile uygulamada benimsenen görüşler doğrultusunda somut olayımıza baktığımızda;
Müşteki tarafından açık bırakılan araca girerek cep telefonu ile oto teybini alan sanık hakkında yerel mahkeme tarafından 5237 sayılı TCK’nun 142/1-e maddesi uyarınca mahkumiyet kararı verilmiştir. Yargıtay Yüksek 13. Ceza Dairesi tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucunda yerel mahkeme tarafından eylemin niteliğinin doğru tayin edildiği kabul edilerek yukarıda açıklanan nedenlerle birlikte hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağının değerlendirilmesi için hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Sanığa isnat edilen eylemin TCK’nun 142/1-e maddesinde yazılı bulunan suçu oluşturacağı yönündeki Yargıtay Yüksek 13. Ceza Dairesinin görüşüne Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından iştirak edilmemektedir.
Eylemin niteliğine yönelik itirazımızın daha iyi anlaşılabilmesi için kontak anahtarı üzerinde bırakılan aracın çalınması durumunda TCK’nun 141/1 maddesinde yazılı bulunan suçun oluşacağı konusunda herhangi bir duraksamanın mevcut olmamasına karşın, kapısı açık bırakılan araç içerisinde mutad eşyaların çalınması halinde TCK’nun 142/1-e maddesinin uygulanmasını haklı gösteren sonuca ulaşılmasının mümkün olup olamayacağının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Böyle bir sonucun; Yargıtay Yüksek 6. Ceza Dairesinin çok uzun yıllardan beri oluşturduğu içtihatlarında benimsenen ana ilkelere aykırı olacağı gibi Yargıtay Yüksek 13. Ceza Dairesinin içtihatlarına de aykırı olacağı açıktır.
Yargıtay Yüksek 13. Ceza Dairesinin 26.09.2011 tarih, 2011/6605 E-2011/1456 K sayılı ilamında; Sanık A. P.’ın, şikayetçi A. R.Ü.’ın kapıları açık ve kontak anahtarı üzerinde bulunan park halindeki otomobilini alıp götürmesi biçiminde gerçekleşen eyleminin, 765 sayılı TCK’nun 491/ilk maddesine uyan suçu oluşturduğu gözetilmeden, suçun nitelendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulduğundan bahisle verilen kararın bozulmasına karar verilmiştir.
Aynı dairenin 10.10.2011 tarih, 2011/28589 E- 2011/2262 K sayılı ilamında da; Sanıkların, yakınanın alış-veriş yapmak amacıyla kısa süreliğine kapı ve camları açık, kontak anahtarı üzerinde olduğu şekliyle park ettiği aracını çalıştırarak çalmaları şeklinde gerçekleşen eylemlerinin, 5237 sayılı TCK’nun 141/1. maddesine uyduğu gözetilmeyerek 142/1-e maddesi ile yazılı biçimde hüküm kurulduğundan bahisle verilen mahkumiyet kararının bozulmasına karar verilmiş, 2011/8552 E-2011/2090 K, 15.12.2011 tarih 2011/24681 E-2011/9071 K ve 05.10.2011 tarih 2011/8552 E-2011/2090 K sayılı ilamlarının da benzer doğrultuda olduğu görülmüştür.
Yukarıdaki içtihatlara konu edilen eylemlerin tamamında, kontak anahtarı üzerinde bırakılan araçların çalınması durumunda bu araçlarda bulunması zorunlu olan plaka, jant ve benzeri parçaların da araçlarla birlikte götürüldüğü konusunda kuşku bulunmamasına karşın, eylemlerin tamamında TCK’nun 141/1 maddesinde yazılı bulunan suçun oluşacağına karar verilerek bir anlamda itiraza konu uyuşmazlıktaki görüşümüz desteklenmiştir.
Yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklandığı üzere kontak anahtarı üzerinde bulunan aracın çalınması durumunda TCK’nun 141/1 maddesinde yazılı suçun oluşacağını kabul eden Yargıtay Yüksek 13. Ceza Dairesi, kapısı açık bırakılan araç içerisinden araçta bırakılması zorunlu olan oto teybinin çalınması durumunda TCK’nun 142/1-e maddesinde yazılı bulunan suçun oluşacağına karar vererek çelişkiye düşmüştür.
Bu çelişkinin daha ayrıntılı bir şekilde açığa çıkarılması için somut olayımızda küçük bir değişiklik yapılarak suça konu oto teybi ile cep telefonunun kontak anahtarı üzerinde bırakılan bir araçtan çalınması durumunda TCK’nun 141/1 maddesinde yazılı bulunan suçun oluştuğunun kabul edilmesi halinde Yargıtay Yüksek 13. Ceza Dairesinin yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklanan içtihatlarına uygun olan bu sonucun itiraza konu 01.03.2012 tarihli içtihadına aykırı olacağı kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır. Zira somut olayımızda olduğu gibi kapısı açık olarak unutulan araç ile yukarıdaki içtihatlarda açıklandığı üzere kontak anahtarı üzerinde unutulan araçtan mutat eşyaların çalınması durumunda farklı sonuçlara ulaşılmasının hukuki gerekçelerle izah edilmesi mümkün olmayacaktır. Aynı sonuçlara varılması halinde yani gerek kapısı açık unutulan araçtan gerekse kontak anahtarı üzerinde unutulan araçtan mutad eşyaların çalınması durumunda TCK’nun 142/1-e maddesinde yazılı bulunan suçun oluşacağının kabul edilmesi halinde bu sefer de kontak anahtarı üzerinde bırakılan aracın çalınması durumunda TCK’nun 141/1 maddesindeki suçun oluşacağını duraksamasız bir şekilde kabul eden yerleşik uygulamalara aykırı davranılacağı gibi bir taraftan kontak anahtarı üzerinde bırakılan aracın çalınması durumunda TCK’nun 141/1 maddesinde yazılı bulunan suçun oluşacağına karar verilirken diğer taraftan kontak anahtarı üzerinde bırakılan araç içerisinden mutad eşyanın çalınması durumunda TCK’nun 142/1-e maddesinde yazılı bulunan suçun oluşacağına karar verilmesinin hakkaniyet ilkesiyle bağdaşmayacağı açıktır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 13. Ceza Dairesince 20.09.2012 gün ve 18232-19381 sayı ile, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın, müştekinin kapılarından birisi kilitli olmayan aracına girerek, içerisinden cep telefonu ve oto teybi çalmaktan ibaret eyleminin 5237 sayılı TCK’nun 141/1 maddesine uyan suçu mu, yoksa 142/1-e maddesine uyan suçu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.
Hırsızlık suçunun basit hali 5237 sayılı TCK’nun 141. maddesinin birinci fıkrasında; “Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir” şeklinde düzenlenmiştir. Buna göre hırsızlık suçu; başkasına ait taşınabilir bir malı sahibinin (zilyed) rızası olmaksızın faydalanmak kastı ile bulunduğu yerden almaktır. Hırsızlık suçunun basit halinin oluşması için, başkasına ait taşınabilir eşyanın suçun nitelikli hallerinde belirtilen şekiller dışında çalınması gerekir.
Hırsızlık suçunun nitelikli hallerinin düzenlendiği 5237 sayılı TCK’nun 142. maddesinin uyuşmazlık konusuyla ilgili olan birinci fıkrasının (e) bendi ise; “Hırsızlık suçunun; Adet veya tahsis veya kullanımları gereği açıkta bırakılmış eşya hakkında, işlenmesi halinde iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlenmiştir.
Maddenin anılan bendindeki hırsızlık suçunun oluşması için; adet, tahsis veya kullanımları gereği açıkta bırakılan eşyanın çalınması gerekmekte olup, bu bölüme ilişkin madde gerekçesinde de; “fıkranın (e) bendinde, âdet veya tahsis ve kullanım gereği açığa bırakılmış olan eşya hakkında hırsızlık suçunun işlenmesi, bir nitelikli unsur olarak kabul edilmiştir. Tarlalarda bırakılan tarım araçları, inşaat yerine yığılan malzeme, bu kapsama giren eşyaya örnek olarak gösterilebilir. Bunların çalınmalarında kolaylık bulunması, bu nitelikli hâlin kabulünde etken olmuştur” şeklinde açıklamalara yer verilmiş, böylece zilyedinin her türlü denetim, gözetim ve önleminden yoksun olan, sahiplerince sürekli biçimde korunmalarındaki zorluk nedeniyle açık alanda bulunan eşyanın başkaları tarafından alınabilmesinin kolaylığını dikkate alan bir düzenleme yapılmıştır.
Suçun konusunu oluşturan “açıkta bırakılmış eşya” ifadesinden özel alanlar dışında kalan caddeler, sokaklar, parklar, bahçeler, tarlalar, sahil kenarları ve bunun gibi yerlerde bırakılmış eşyalar akla gelmelidir. Bununla birlikte maddedeki nitelikli halin oluşması için, eşyanın açıkta bırakılması yeterli olmayıp, hangi nedenle açıkta bırakıldığının araştırılması ve adet veya tahsis ya da kullanımları gereği açıkta bırakılma şartlarının da aranması gerekecektir.
Öğretideki görüşlere göre âdet; “toplumda süreklilik kazanan, alışkanlık oluşturan ve genellik karakterini taşıyan, kamu düzenine, kanunlara ve ahlaka aykırı olmayan, uygunlukları nedeniyle kanunlarca korunabilir nitelikteki yaygın davranış biçimi” olarak tanımlanmış olup, zamana, yere ve bölgeye göre değişebileceği, ancak kişisel alışkanlıkları kapsamadığı kabul edilmektedir.
“Tahsis” kelimesi, eşyanın bir iş için özgülenmesi, ayrılması, belirlenmesi ve hasredilmesi anlamına gelmektedir ki, parka gelenlerin oturmasına tahsis edilmiş durumda olan banklar bu kapsamda değerlendirilmelidir.
“Kullanım gereği” ibaresi ile, eşyanın kullanılması için açıkta bırakılmasının zorunlu olduğu durumlar kastedilmekte olup, sözkonusu eşyanın amacına uygun kullanılabilmesi ve kendisinden beklenen fonksiyonu eda edebilmesi için açıkta durmasının gerekli olduğu hallerde bu nitelikli hal uygulanacaktır.
Her ne kadar kapıları kilitli olmayan veya camları kapatılmamış olan aracın kendisinin (e) bendi anlamında açıkta bırakılan eşya olarak kabulü mümkün olsa bile, ancak bu şekildeki bir aracın içerisinde bulunan eşyanın anılan bent anlamında açıkta bırakılan eşya olarak kabulü mümkün değildir.
Nitekim, 142. maddenin birinci fıkrasının “Hırsızlık suçunun; Herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında, işlenmesi halinde iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlenmiş olan (b) bendine ilişkin gerekçede, “…Ancak bina tanımına girmeyen bir yerde, örneğin otomobilde bulunan eşya hakkında muhafaza altına alınma koşulu aranmış; böylece kapıları kilitli olmayan veya camları kapatılmamış bir otomobildeki eşyanın çalınması hâlinde nitelikli hırsızlık kabul edilmemiştir” denilmek suretiyle, kapıları kilitli olmayan veya camları kapatılmamış olan araç içerisindeki eşyanın çalınması eyleminin, 5237 sayılı TCK’nun hırsızlık suçunun basit halinin düzenlendiği 141/1. maddesine uyduğu belirtilmiştir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Müştekinin, aracının kapılarından birisini kilitlememek suretiyle eşyanın korunması noktasında üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmediği, bu nedenle araç içerisinde bulunan cep telefonu ile kızaklı oto teybinin 5237 sayılı TCK’nun 142. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi anlamında açıkta bırakılan eşya olarak kabulünün mümkün olmadığı somut olayda, sanığın eyleminin, aynı kanunun 141. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş olan hırsızlık suçunun basit halini oluşturduğu gözetilmeden, yerel mahkemece, suça konu cep telefonu ile oto teybinin 142/1-e maddesi kapsamında açıkta bırakılan eşya olarak kabulü ile nitelikli hırsızlık suçunun düzenlendiği 142. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendine uyan suçu oluşturduğundan bahisle hüküm kurulması kanuna aykırı olup, bu vasıflandırmanın Özel Dairece doğru bulunması da isabetsizdir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararında yer alan, “Yakınana ait aracın arka kapısının açık olduğunun, araç içerisinden, cep telefonu ile araçta mutad olarak bulunması gereken oto teybinin hırsızlandığının anlaşılması karşısında, sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nun 142/1-e maddesine uyduğu anlaşılmakla, tebliğnamedeki 1 numaralı bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir” şeklindeki birinci paragrafın karardan çıkarılmasına, yerel mahkeme hükmünün diğer bozma nedenleri yanında, “Sanığın eyleminin, 5237 sayılı TCK’nun 141. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş olan hırsızlık suçunun basit halini oluşturduğu gözetilmeden, suça konu cep telefonu ile oto teybinin 142/1-e maddesi anlamında açıkta bırakılan eşya olarak kabulü ile nitelikli hırsızlık suçunun düzenlendiği 142. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendine uyan suçu oluşturduğundan bahisle hüküm kurulması” isabetsizliğinden de bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Genel Kurul Üyesi; itirazın reddine karar verilmesi gerektiği yönünde karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 01.03.2012 gün ve 2456-4700 sayılı bozma kararında yer alan “Yakınana ait aracın arka kapısının açık olduğunun, araç içerisinden, cep telefonu ile araçta mutad olarak bulunması gereken oto teybinin hırsızlandığının anlaşılması karşısında, sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nun 142/1-e maddesine uyduğu anlaşılmakla, tebliğnamedeki 1 numaralı bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir” şeklindeki birinci paragrafın KARARDAN ÇIKARTILMASINA,
3- Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 01.03.2012 gün ve 2456-4700 sayılı bozma kararına, “Sanığın eyleminin, 5237 sayılı TCK’nun 141. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş olan hırsızlık suçunun basit halini oluşturduğu gözetilmeden, suça konu cep telefonu ile oto teybinin 142/1-e maddesi anlamında açıkta bırakılan eşya olarak kabulü ile nitelikli hırsızlık suçunun düzenlendiği 142. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendine uyan suçu oluşturduğundan bahisle hüküm kurulması” hususunun 5. BOZMA NEDENİ OLARAK EKLENMESİNE,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 26.11.2013 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi (YCGK, 26/11/2013 T., 2012/13-1541 E., 2013/522 K.)
d · d
Özet: Telefonun konuşma amacıyla kısa süreliğine alınıp kaybolunması hırsızlık suçunu oluşturur.
Güveni kötüye kullanma suçundan sanık Yasin’in 5237 sayılı TCY’nın 155/1, 62 ve 52. maddeleri uyarınca 5 ay hapis ve 80 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, Kartal 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 06.11.2007 gün ve 789-1161 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 15. Ceza Dairesince 22.09.2011 gün ve 10365-1724 sayı ile;
“Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden almak hırsızlık suçunun temel şeklidir. Taşınır malın alınmasının suç oluşturabilmesi için zilyedinin rızasının bulunmaması gerekir.
Güveni kötüye kullanma suçunda ise başkasına ait olup da muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde kendisinin veya başkasının yararına olarak zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkâr eden kişi şikâyet üzerine cezalandırılmaktadır. Zilyetlik rızayla faile devredilmelidir.
Sanığın kullandıktan sonra iade etmek üzere mağdurdan aldığı cep telefonunu geri vermemekten ibaret eyleminde, cep telefonunun zilyetliğinin belirli bir süre için müşteki tarafından sanığa devredilmiş olması nedeniyle eylemin güveni kötüye kullanma suçunu oluşturduğu anlaşılmakla, eylemin hırsızlık suçunu oluşturacağını söyleyen tebliğnamedeki düşünceye katılınmamıştır’ açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 04.11.2011 gün ve 60983 sayı ile;
‘Mülkiyetin korunmasını esas alan güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için, 5237 sayılı TCK’nun 155. maddesi gereği, ‘başkasına ait olup da muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunmak veya bu devir olgusunun inkâr edilmesi’ suretiyle işlenmesi gerekir. Bunun için de, bir mal üzerinde fiili hâkimiyeti bulunan kişinin yani zilyedin, zilyetliğini arzusu ile sona erdirmiş olması gerektiği kabul edilmiştir.
Hırsızlık suçundan ise, ‘zilyedin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya bir başkasına bir yarar sağlamak maksadı ile bulunduğu yerden alınması’ gerekir. Taşınan bir malın zilyedin rızası dışında alınması, malın failin egemenlik alanına geçmesinde fesada uğratılmış da olsa mağdurun rıza ve bilgisinin olmaması söz konusudur.
4721 sayılı Medeni Kanununun 973. maddesinde zilyetlik ‘bir şey üzerinde fiili hâkimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir’ şeklinde tarifini yapmış ve hukuki mahiyetini belirlemiş ve yine Medeni Kanunun 977. maddesinde hazırlar arasında zilyetliğin devri ‘zilyetlik, şeyin veya şey üzerinde hâkimiyeti sağlayacak araçların, edinene teslimi veya edinenin önceki zilyedin rızasıyla şey üzerinde hâkimiyeti kullanacak duruma gelmesi halinde devredilmiş olur’ denilmek suretiyle tarif edilmiştir.
Zilyetliğin sona ermesi, malikin arzusu ile veya fiili hâkimiyetin kaybı ile olur.
Bir malın çalınması malikin zilyetliğini fiili hâkimiyetin kaybı ile sona erdirir. Malı eline geçiren malik yeniden zilyetlik kazanmış olur. ( Prof. Dr. M.Kemal Oğuzman- Prof. Dr. Özel Seliçi ) malın çalınmasıyla da zilyetlik el değiştirebilse de burada rızai bir teslimden söz edilemez.
5237 sayılı TCK’nun 155. maddesinin gerekçesinde de, ‘Suçun konusunu oluşturan mal üzerinde belirli bir şekilde kullanılmak üzere fail lehine zilyedlik tesisi gerekir. Bu nedenle güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisinin varlığı gerekir’ denilerek, zilyetliğin devri ile malik olmayan kişiye, aradaki hukuki ilişkinin niteliğine göre, şey üzerinde belli bazı tasarruflarda bulunan hak ve yetkisini vermekte olup, güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için, fail suç konusu mal üzerinde, kendisi veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunması veya devir olgusunu inkâr etmesi gerekmektedir.
Somut olayda; şikâyetçi Arif ’İn K. Y. S. Devlet Hastanesinde kanser tedavisi gördüğü, önceden tanımadığı sanığın da aynı bölümde 10 numaralı odada tedavi gördüğü, bir yakını ile görüşüp iade etmek üzere şikâyetçinin cep telefonunu istediği ve hastanenin salon kısmına doğru gidip dışarı çıkarak uzaklaştığı; sanığın, daha önceden tanımadığı şikâyetçiden cep telefonunu istediği anda baştan beri var olan hırsızlık kastı ile konuşur gibi yaparak, salon kısmına doğru gidip olay yerinden uzaklaştığı anlaşılmaktadır.
Şikâyetçinin cep telefonunu geçici olarak kullanıp iade etmek üzere sanığa vermesi eyleminde, geçici de olsa zilyetliği devir iradesi bulunmadığı ve zilyetlik aktarılmadığından kanunun tarif ettiği anlamda özel tevdi veya teslimden veya rızai devir iradesinin varlığından söz edilemez.
Fiili hâkimiyetin kaybı sonucu oluşan zilyetlik ile de hırsızlık suçunun oluşacağı nazara alındığında, somut olayda sanığın eyleminin hırsızlık suçunu oluşturacağı” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın güveni kötüye kullanma suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın kullandıktan sonra iade etmek bahanesiyle müştekiden aldığı cep telefonunu geri vermemekten ibaret eyleminin hangi suçu oluşturacağının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden; şikâyetçi Arif’İn K. Y.S. Devlet Hastanesinde kanser tedavisi gördüğü, önceden tanımadığı ve aynı bölümde tedavi gören sanığın bir yakını ile görüşüp iade edeceğini söyleyerek şikâyetçinin cep telefonunu istediği, aldıktan sonrada hastanenin salon kısmına doğru gidip konuşur gibi yaparak olay yerinden uzaklaştığı anlaşılmaktadır.
“Güveni kötüye kullanma” suçu 5237 sayılı TCY’nın 155. maddesinde;
“(1) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkâr eden kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi halinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlemiş, maddenin gerekçesinde de; “Bu suçla mülkiyetin korunması amaçlanmaktadır. Ancak, söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen kişi (fail) arasında bir sözleşme ilişkisi mevcuttur. Bu ilişkinin gereği olarak taraflar arasında mevcut olan güvenin korunması gerekmektedir. Bu mülahazalarla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar, cezai yaptırım altına alınmıştır… Suçun konusunu oluşturan mal üzerinde belirli bir şekilde kullanmak üzere fail lehine zilyetlik tesisi gerekir. Bu nedenle, güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisinin varlığı gereklidir” açıklaması yapılmıştır.
Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere yasa koyucu tarafından mülkiyetin korunması amacıyla getirilen güveni kötüye kullanma suçu, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan taşınır veya taşınmaz bir mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulması veya bu devir olgusunun inkâr edilmesiyle oluşmaktadır.
TCY’nın 155. maddesinde sözü edilen zilyetlik kavramı 4721 sayılı Medeni Yasamızın 973. maddesinde; “Bir şey üzerinde fiilî hâkimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir” şeklinde açıklanmış, asli ve fer i zilyetlik ise Yasanın 974. maddesinde; “Zilyet, bir sınırlı aynî hak veya bir kişisel hakkın kurulmasını ya da kullanılmasını sağlamak için şeyi başkasına teslim ederse, bunların ikisi de zilyet olur.
Bir şeyde malik sıfatıyla zilyet olan aslî zilyet, diğeri fer’î zilyettir” biçiminde tanımlanmıştır.
Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, belirli biçimde kullanılmak için hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edilmektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında bir sözleşme ilişkisi mevcut olmalı ve bu hukuki ilişkinin gereği olarak taraflar arasında oluşan güvenin korunması gerekmektedir. Bu amaçla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar ve devir olgusunu inkâr yasa koyucu tarafından cezai yaptırım altına alınmıştır. Eğer mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisi yoksa usulüne uygun bir teslim olmayacağı için güveni kötüye kullanma suçu da oluşmayacaktır. Zira, hukuksal anlamda geçerli bir sözleşmeden söz edilebilmesi için tarafların iradelerinin aldatılmamış olması gerekmektedir.
Konumuzla ilgisi bulunan bir diğer suç olan hırsızlık ise, 765 sayılı TCY’nın 491/ilk maddesinde; “diğerinin taşınabilir malını rızası olmaksızın faydalanmak için bulunduğu yerden alma”, 5237 sayılı TCY’nın 141/1. maddesinde; “zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alma” olarak tanımlanmıştır.
Yasa koyucu 765 sayılı TCY’nın 491. maddesinin 2. fıkrasının 3. bendinde, “faille malı çalınan arasında hizmet veya iş yapmak veya bir yerde geçici bile olsa birlikte oturmak veya karşılıklı nezaket icaplarından gelen güveni kötüye kullanma sonucu failin siyanetine terk ve tevdi edilen eşyanın, fail tarafından alınmasını” hırsızlık suçunun nitelikli bir hali olarak düzenlemiştir. “Siyanete terk ve tevdi” sözcükleriyle anlatılmak istenen, anılan bentte açıklanan çeşitli ilişkilerin doğurduğu güvenle malın, bir bakıma failin koruyuculuğu ve eli altına bırakılmasından ibarettir. Buna karşın bu nitelikli hal yeni TCY kapsamına alınmamış ve bu tür eylemlerin basit hırsızlığın ya da koşullarının bulunması halinde diğer nitelikli hırsızlık hallerinin içinde değerlendirilmesi tercih edilmiştir.
Hırsızlık ile güveni kötüye kullanma suçlarının bazı ortak noktaları bulunmakla birlikte bu iki suçun birbirinden ayrıldığı noktaları aşağıdaki şekilde belirlemek olanaklıdır:
1-) Hırsızlık suçunun konusu sadece taşınır bir mal iken, güveni kötüye kullanma suçunun konusunu hem taşınır hem de taşınmaz mallar oluşturabilir.
2-) Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, muhafaza edilmek veya belirli biçimde kullanılmak üzere hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak yapılmaktadır. Hırsızlık suçunda ise taşınır mal zilyedinin rızası olmadan alınmaktadır.
3-) Hırsızlık suçunda, zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır malın bulunduğu yerden alınmasıyla suç oluşmaktadır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, suçun oluştuğu an, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulduğu veya bu devir olgusunun inkâr edildiği andır. Bunun sonucu olarak bu aşamaya kadar gerçekleşen eylemler suç oluşturmayacaktır.
4-) Hırsızlık suçunda failde başlangıçtan itibaren suç işleme kast bulunmakta iken, güveni kötüye kullanma suçunda sonradan oluşan bir kast söz konusudur. Malın fer’i zilyede belli amaçlar için tevdi edilmesinden sonra kast oluşmakta ve güveni kötüye kullanma suçu işlenmektedir. Ancak, failin kastının hangi aşamada oluştuğu hususunun her zaman belirlenmesi kolay olmayıp bu konuda önceden somut ölçütler getirilemeyeceğinden, olaysal olarak değerlendirme yapılmalı, fail veya faillerin durumu, mağdurla olan ilişkisi, olayın özellikleri ayrı ayrı göz önüne alınarak sonuca varılmalıdır.
Uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması açısından hile kavramı üzerinde de durulmalıdır. TCY’nda tanımlanmamış olan hile; “birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika” anlamına gelmektedir. (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.891) Uygulamadaki yerleşmiş kabule göre de; “Hile nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan hileli hareket oluşturmayacağı” kabul edilmektedir.
Öğretide de hile ile ilgili olarak, “hilenin maddi veya manevi nitelikteki eylemlerle bir kimsenin hataya düşürülmesi anlamına geldiği”(Erem F., TCK Şerhi Özel Hükümler, Ankara, 1993, s.588), “ifade ediliş ve sergileniş tarzı açısından yöneldiği kimsenin denetim yapma yetkisini elinden alması ve doğurduğu güven ortamıyla kişiyi istediği yöne çekmesinin zorunlu olduğu” (Selçuk S., Dolandırıcılık Cürmünün Kimi Suçlardan Ayrımı ve Çeklerle İlgili Suçlar, Ankara, 1986, s.106-110), “gösterilen davranışın hile niteliğini taşıyabilmesi için aldatmaya elverişli olması gerektiği” (Özgenç İ., Ekonomik çıkar amacıyla işlenen suçlar, Seçkin yayınevi, 2004, s.26), “hilenin öznel ve nesnel koşulları sömürerek ve gerçeği örterek mağdurun yargılama gücünü etkilemesi gerektiği, kaba, çıplak ve kolayca anlaşılabilen bir yalanın hile kavramına girmediği” (Savaş V.-Mollamahmutoğlu S., TCK Yorumu, Seçkin Yayınevi, Ankara, 1995, C.4, s.5155-5157) şeklinde görüşler bulunmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Şikâyetçi ile aynı hastanenin aynı bölümünde tedavi gören ve şikayetçinin önceden tanımadığı sanığın, bir yakını ile görüşüp iade etmek bahanesi ile şikâyetçiden istediği cep telefonunu alıp konuşur gibi yaparak, hastanenin salon kısmına doğru gidip olay yerinden uzaklaşması şeklinde gelişen olayda, başlangıçtan itibaren hırsızlık kastıyla hareket ettiği anlaşılan sanık ile müşteki arasında yasa koyucu tarafından güveni kötüye kullanma suçunun oluşması amacıyla aranan nitelikte, zilyetliğin devrine ilişkin, tarafların aldatılmamış özgür iradeleriyle kurulan ve hukuken geçerli olan bir sözleşme, dolayısıyla hukuksal anlamda geçerli bir zilyetlik devrinin bulunduğundan ve sözleşme sonucu meydana gelmiş olan güvenden söz edilemez.
Bu nedenle güveni kötüye kullanma suçunun unsurları oluşmadığından, sanığın eylemi hırsızlık suçunu oluşturmaktadır. Ayrıca, olayda dolandırıcılık suçunun oluşabileceği düşünülebilir ise de; sanığın basit bir yalandan ibaret olan sözünün hileli davranış olarak kabulü olanaklı olmadığından, dolandırıcılık suçunun da oluşmayacağı açıktır.
Bu itibarla, itirazın kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün sanığın eyleminin hırsızlık suçunu oluşturmasına karşın güveni kötüye kullanma suçunu oluşturduğunun kabulü suretiyle suç vasfının hatalı belirlenmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyeleri H. Erol ve M. Erdoğan; “Müşteki tedavi gördüğü hastanede bulunduğu sırada aynı yerde tedavi gören sanığın müştekiye ait telefonu konuşmak için müştekiden rızasıyla aldığı daha sonra iade etmediği iddiasıyla güveni kötüye kullanmak suçundan cezalandırılması için kamu davası açılmış, yapılan yargılama sonucunda Kartal 2. Sulh Ceza Mahkemesince; “kullanıp iade etmek üzere şikâyetçiden aldığı cep telefonunu iade etmeyip bir başkasına vermek suretiyle şikâyetçinin güvenini kötüye kullandığının sabit olduğu gerekçesiyle sanığın cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Dairemiz ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında oluşan uyuşmazlık, “eylemin güveni kötüye kullanmak suçunu mu yoksa hırsızlık suçunu mu oluşturduğu” noktasındadır.
Dairemiz, 2011 yılında kurulmuş 1 Temmuz tarihinden itibaren de dosyalarını alarak yargılama faaliyetine başlamıştır. Güveni kötüyle kullanma suçunun denetimi işbölümü kuralları gereğince Dairemize aittir.
5237 Sayılı TCK.nun yürürlüğe girdiği yeni dönemde bu suçların değerlendirilmesinde uygulamada bir birlik olmadığı farklı kararların olduğu müşahede edilmiştir.
İlk derece mahkemelerinin aynı konuyu güveni kötüye kullanmak olarak kabul edip karara bağlayan ve hırsızlık olarak kabul edip karara bağlayan örnekleri çok sayıdadır. Yargıtay C. Başsavcılığı tebliğnamelerinde bu konuda birlik yoktur. Benzer eylemlerde ilgili tebliğnamelerin bir kısmı güveni kötüye kullanmadan verilen hükmün onanmasını isterken, kimisi hırsızlık olur diye bozma talep etmektedir. Mahkemenin hırsızlık olarak değerlendirdiği hallerde ise bir kısım tebliğnameler güveni kötüye kullanma olur diye bozma istemli iken, kimisi onama talep etmektedir.
Bazen de dolandırıcılık suçundan açılan davada mahkemece güveni kötüye kullanma olarak değerlendirilmiş, tebliğname hırsızlık olduğu gerekçesiyle bozma istemiş, Dairemizce hükmün Onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay 15. Ceza Dairesinden önce konuyu değerlendiren Yüksek 11. Ceza Dairesi kararları ise şöyledir.
17.03.2010 tarih, 2007/5514 esas, 2010/3219 sayılı karar da “Şikayetçilerden, bir görüşme yaptıktan sonra iade etmek üzere aldığı cep telefonlarını geri getirmeyip bir başka şahsa satan sanığın eylemlerinin, suça konu cep telefonları üzerindeki zilyetliklerin devredilmemiş olması nedeniyle TCK.nun 141/1. maddesinde öngörülen hırsızlık suçlarını oluşturup oluşturmayacağına ilişkin delillerin takdir ve değerlendirilmesinin üst dereceli Asliye Ceza Mahkemesine ait olduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerektiği…”,
26.05.2009 tarih, 2008/3296 esas, 2009/6496 sayılı kararda “güveni kötüye kullanmak suçunun ön koşulu, suça konu eşyanın zilyetliğinin, suçtan önce faile devredilmiş olmasıdır. Çok kısa bir süre konuşmak üzere cep telefonunun bir kimseye verilmesi halinde zilyetliğin devrinden söz edilemeyeceği için eylemin; hırsızlık suçunu oluşturma olasılığı gözetilerek…”,
18.03.2010 tarih, 2007/5458 esas, 2010/3257 sayılı kararda “Sanığın, şikâyetçiden bir görüşme yapıp iade etmek üzere kısa süreliğine geçici olarak aldığı cep telefonunu iade
etmeyerek olay yerinden uzaklaştığının iddia ve kabulü karşısında; şikayetçinin cep telefonunu tesliminde sakatlanmış iradesiyle geçici de olsa zilyetliği devir iradesi bulunmadığı ve zilyetlik aktarılmadığından özel tevdii ve teslimden söz edilemeyeceğinden, eylemin “hırsızlık” suçunu oluşturduğu gözetilmeden suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde unsurları yönünden oluşmayan emniyeti suistimal suçundan mahkumiyet hükmü kurulması,”
17.09.2007 tarih, 2005/10684 esas, 2007/5502 sayılı kararda “Sanığın savunmasında, suça konu cep telefonunun arkadaşı olan mağdur tarafından satması için kendisine verildiğini, mağdurun ise görüşme yapıp iade etmek üzere geçici olarak verdiğini belirtmesi karşısında; görüşme yapıp iade etmek üzere geçici alınması ve iade edilmeyerek başkasına satılması halinde eylemin, zilyetliğin devredilmemesi nedeniyle hırsızlık suçunu oluşturacağından…”,
28.11.2007 tarih, 2006/86 esas, 2007/8552 sayılı kararda “Sanığın görüşme yaptıktan sonra iade etmek üzere şikâyetçilerden aldığı cep telefonlarıyla olay yerinden ayrılması şeklinde gerçekleşen eylemlerinin, cep telefonunun çok kısa bir süre için verilmesine nazaran zilyetliğin tam olarak aktarılmasından söz edilemeyeceği ve sanığın eylemlerinin hırsızlık suçunu oluşturduğu gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi”
Görüldüğü gibi Yüksek Daire zilyetliğin devredilmediğini ya da zilyetliğin tam olarak aktarılmadığını belirleyerek eylemi hırsızlık olarak tanımlamaktadır.
Aynı Yüksek Daire 21.09.2010 tarih, 2008/1299 esas, 2010/9531 sayılı kararda “müştekinin anlatımlarında genel olarak; mahalle arkadaşları olan sanıkların istemeleri üzerine suça konu cep telefonunu iki saatliğine kullanmaları için rızaen verdiğini belirtmesi karşısında; cep telefonunun zilyedliğinin belirli bir süre için müşteki tarafından sanıklara devredilmiş olması nedeniyle eylemin güveni kötüye kullanmak suçunu oluşturduğu…”,
28.05.2009 tarih, 2008/6814 esas, 2009/6674 sayılı kararda; “Sanığın aynı işyerinde birlikte çalıştığı müştekiye ait cep telefonunu bir günlüğüne konuşmak amacı ile aldığı halde, bir daha iş yerine uğramadığı ve cep telefonunu iade etmediği şeklinde belirlenen eyleminin, 5237 Sayılı Kanun’un 155/l. maddesi kapsamında kaldığı gözetilmeden, aynı Kanunun l55/2.maddesi uyarınca hüküm kurulmak suretiyle…”,
02.11.2010 tarih, 2010/12083 esas, 2010/12149 sayılı kararda “Olay tarihinden 2-3 hafta önce tanışıp mağdure Gülcan ile arkadaşlık kuran sanığın olay günü okul çıkışı buluştuğu adı geçen mağdureden cep telefonunun ertesi günü iade etmek üzere istediği, ertesi gün de telefonu işyerinde unuttuğundan bahisle iade etmediğinin anlaşılması karşısında, mağdurenin cep telefonunun zilyedliğinin ertesi gün getirileceği düşüncesiyle sanığa devrettiği, sanığın aldatmaya yönelik hileli davranışlarından da söz edilemeyeceği cihetle, eyleminin “güveni kötüye kullanma” suçunu oluşturacağı…” Görüldüğü gibi Yüksek Daire, bir kez konuşmak amacıyla rızaen verilen telefonlarda zilyetliğin devredilmediğini kabul ettiği halde 2 saat sonra veya 1 gün sonra getirmek üzere telefonunun verilmesinde zilyetliğin sanığa devredildiğini kabul etmektedir. Süreye dayalı bir yorum yasanın lafzından çıkarılan bir yorum olmayıp tamamen Dairenin kendi yorumudur.
O halde öncelikle Güveni kötüye kullanma ve hırsızlık suç tanımlamaları ayrı ayrı irdelenmelidir.
“Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden almak”, hırsızlık suçunun temeli ve tanımıdır. Taşınır malın alınmasının hırsızlık suçunu oluşturabilmesi için, temel belirleyici unsur zilyedin rızasının bulunmaması gerekir.
Güveni kötüye kullanma suçu ise yasada, başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunmak veya bu devir olgusunu inkar etmek” olarak tanımlanmıştır. Bu suçun hırsızlıktan farkı; Zilyetlik rızayla faile devredilmelidir. Ayrıca Zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunma ifadesi ile tüm hareketler bu kavram içine alınmıştır. Gerekçede belirlendiği gibi korunan hukuki değer kişilerin mülkiyet hakkıdır.
Söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen kişi arasında, eşyanın verilmesinden önce koşulları belirli veya belirlenebilen yazılı veya sözlü ama geçerli bir anlaşma olmalıdır. Anlaşmanın yazılı olması şart değildir. Sözleşme sözlü olarak da kurulabilir. Eşya bu anlaşma ile anlaşmanın koşullarına uyulmak üzere asıl sahip veya zilyedi tarafından faile tevdi edilerek fer’i zilyed kılınmaktadır. Ancak fail daha sonra anlaşma ile kendisine belli ve sınırlı olan hakla, yetkilerinin dışına çıkınca bu suç oluşmaktadır. Eğer müştekinin teslim iradesi sanığın kullandığı hile ile elde edilmiş ise dolandırıcılık suçu düşünülecektir.
Osman, Hasan Tahsin, Mustafa yorumlu uygulamalı TCK kitabında konuyu şöyle açıklıyorlar:
Zilyetliğinin devrinin kimin tarafından yapıldığı önemli olmadığı gibi süresi de önemli değildir. Kısa bir süreliğine teslim edilmiş olsa bile zilyetliğin devredildiği ve devir alan da fer’i zilyetliğini kazandığı sürece bu suç işlenebilecektir. Zilyetliğin devrinin iradi olması güveni kötüye kullanma suçunu hırsızlık suçundan; bu iradenin sakatlanmamış olması da dolandırıcılık suçundan ayıracaktır.
Yüksek 11.Ceza Dairesi benzeri olayı yukarıda açıklandığı gibi TCK. 141/l. maddesinde öngörülen hırsızlık olarak tanımladığına göre şimdi bu kavram üzerinde duralım.
Yeni TCK.da hırsızlık suçunun basit şekli TCK. 141. maddesinde, nitelikli hali 142. maddesinde, suçun gece vakti işlenmesi 143. maddesinde, daha az cezayı gerektiren haller 144. maddesinde, malın değerinin az olması 145. maddesinde, kullanma hırsızlığı 146. maddesinde, hırsızlık suçunun zorunlu olarak işlenmesi 147. maddesinde düzenlenmiştir.
Hırsızlık suçuyla korunan hukuki yarar, “zilyedinin rızası olmadan” ibaresiyle zilyetlik ve buna bağlı haklardır. Hırsızlık suçunun temel şeklini düzenleyen TCK.nun 141. maddesine göre hırsızlık suçunun hareket unsuru, taşınırı “zilyedinin rızası olmadan” bulunduğu yerden almadır. Tezcan/Erdem/Önok’un teorik ve pratik ceza hukuku 2006 adlı kitabında belirlendiği gibi, Genel kasıtla işlenebilen bu suçun, oluşabilmesi için aranacak genel kast: failin malın başkasına ait olduğunu ve malın alınmasına zilyedin rızasının bulunmadığına ve malın bulunduğu yerden alınmasına yönelik olmalıdır.
Hırsızlık suçunun malın geçici bir süre kullanılıp zilyedine iade edilmek üzere işlenmesi hali kullanma hırsızlığı olarak TCK. 146.madde de düzenlenmiştir. Kullanma hırsızlığını genel hırsızlıktan ayıran en önemli husus, ikinci halde fail malı sürekli olarak mülk edinmek amacıyla bulunduğu yerden almasına karşın kullanma hırsızlığında fail bulunduğu yerden geçici bir süre kullanıp zilyedine iade etmek üzere almaktadır. Failin bir malı geçici bir süre kullanıp zilyedine iade etmek üzere alma düşüncesi, suç işlenmeden önce, en fazla suç işlenirken mevcut olmalıdır.
Madde gerekçesinde belirlendiği gibi bu hırsızlık şeklinin de oluşabilmesi için kişi sahibinin rızası olmaksızın malı alırken, bunu belirli bir süre kullandıktan sonra iade etmek amacıyla hareket etmesi gerekmektedir.
Cental ve Zafer Çakmut’un “Kişilere Karşı Suçlar” adlı kitabının l. cildinde belirlendiği gibi rızanın varlığı, hırsızlık suçunu bir kısım mala karşı suçlardan ayıran önemli bir özelliktir. Mağdur rızasıyla malı faile verirse ve bu rıza sakatlanmamış bir rıza ise artık hırsızlık suçundan değil güveni kötüye kullanma suçundan söz edilebilir. Mağdurun rızası hile ile yanıltılarak elde edilmişse daha açık bir ifade ile rıza sakatlanmış ise bu durumda da hırsızlık suçundan değil, dolandırıcılık suçundan söz edilebilir.
Somut olayımıza gelince; müşteki Arif bağırsak kanserinden dolayı hastanede tedavi altında iken aynı bölümde 10. nolu yatakta yatan sanık, birisi ile görüşeceğim diyerek telefonunu istemiş müşteki de rızasıyla telefonu vermiş, telefonu alan sanık, müşteki odada iken salon kısmına geçip telefonla konuşmuş, daha sonra telefonu iade etmemiş ve ortadan kaybolmuştur. Sanık yakalanma üzerine çıkarıldığı mahkemede hastanede tedavi gördüğünü, şikâyetçinin cep telefonunu kullanıp iade etmek üzere aldığını, ancak daha sonra bu telefonu iade etmeyerek bir başka arkadaşına verdiğini söylemiştir.
Telefon istenmiş ve müşteki rızasıyla sanığa telefonu teslim etmiştir. Zilyetlik sanığa devredilmiştir. Devirin kısa süreli uzun süreli olmasının hiçbir önemi yoktur. Devirden sonra geri verilmemiş, zilyetliğin devri amacı dışında telefon üzerinde tasarrufta bulunulmuştur.
Dairemiz bu tür olayları TCK.nun 155/l. kapsamında değerlendirilmiş ve eski uygulamadan dönerek, arzettiğimiz gerekçe ve kabulle içtihat oluşturmuş, içtihadında ısrar ederek süreklilik kazandırmıştır. Uyuşmazlık konusu olan bu olayla ilgili 22.09.2011 tarihinde verdiği kararda olduğu gibi çok sayıda benzeri dosyayı bu içtihadı doğrultusunda sonuçlandırmıştır.
Mahkemenin eyleminin TCK.nun 155/l. maddesinde tanımlanan Güveni Kötüye Kullanma suçuna yönelik vasıflandırması isabetlidir. Tebliğname ve buna bağlı hazırlanan itiraz arz ettiğimiz sebeplerle yerinde değildir” düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Genel Kurul Üyesi de; benzer şekilde itirazın reddi gerektiği düşüncesiyle karşıoy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 22.09.2011 gün ve 10365-1724 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Kartal 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 06.11.2007 gün ve 789-1161 sayılı hükmünün suç vasfının hatalı belirlenmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 12.06.2012 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi. (YCGK, 12/06/2012 T., 2011/15-440 E., 2012/229 K.)
[1] DÖNMEZER, s. 411.
[2] Umuma mahsus bir yolcu otobüsü ile belli bir yere gitmek için durakta bekleyen kişi yolculuğun özel ve olağanüstü şartları içine girmiş demektir ve bu yolculuğun doğurduğu telaş ve heyecanla malına ve eşyasına sahip olmakta güçlük çeker. Bu yerlerde otobüse binen yolcuların eşyalarının çalınmasındaki kolaylık ve sosyal tehlike de gözönünde tutulduğunda…. (YCGK, T.4.6.1984, E. 1983/6-461, E. 1983/6-461)
[3] PARLAR/HATİPOĞLU, TCK Yorumu, C.II, s. 1077.
[4] PARLAR/HATİPOĞLU, TCK Yorumu, C.II, s. 1063
[5] NOYAN, s. 341.
[6] Y17.CD, 04/12/2019 T., 2019/6195 E., 2019/15446 K.
[7] Y2.CD, 02/03/2021 T., 2020/31705 E., 2021/4012 K.