KASTEN ÖLDÜRME

I.       İLGİLİ MEVZUAT

Kasten öldürme

Madde 81- (1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.

II.     SUÇUN MADDİ ve MANEVİ UNSURLARI

A.     Suçun Maddî Unsuru

Kasten öldürme suçunun maddî unsuru, hayatta bulunan bir kişinin hayatına son verilmesi şeklinde karşımıza çıkar. Bu suç serbest hareketli bir suçtur ve öldürme sonucu herhangi bir icraî hareketle gerçekleştirilebilir. Örneğin silahla, bıçakla, zehirleyerek, aşağı iterek, sopayla, boğarak vs. gerçekleştirilebilir. İhmal suretiyle öldürme suçu ise 83. Maddede ayrıca düzenlenmiştir.

Suç, ölüm neticesi ile tamamlanır. Ölüm meydana gelmezse, failin kastına göre ya öldürmeye teşebbüs ya da yaralama suçu gündeme gelir.

Basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek yaralama sonucunda ölüm meydana geldiğinde Yargıtay’ın farklı uygulaması vardır. Konuya dair bir kararına göre, “Oluşa ve dosya içeriğine göre; sanığın babası olan maktulün eşi Huriye’ye sürekli şiddet uyguladığı, olay günü de bu nedenle çıkan tartışma sırasında sanığın maktulün göğsüne tekme ile vurduğu, kalp rahatsızlığı olan maktulün kalp krizi geçirerek hayatını kaybettiği olayda; sanığın babası müteveffanın kalp hastalığını önceden bildiği anlaşılmakla, maktule yönelik kasten yaralama teşkil eden eylemin; TCK’nın 86/1 ve 86/2 maddelerinden hangisinin kapsamında kaldığı hususunda Adli Tıp Kurumundan rapor alındıktan sonra, eylem TCK’nın 86/1 maddesi kapsamında kaldığı takdirde 87/4. maddesinin uygulanması, 86/2 maddesi kapsamında olması durumunda ise aynı kanunun 86/2 ve 22/3 maddeleri yollamasıyla, 85/1. maddesi gereğince bilinçli taksirle ölüme neden olma suçundan mahkumiyeti gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme sonucunda yazılı şekilde hüküm kurulması hatalıdır. (Y1.CD, 08/04/2015 T., 2014/1955 E., 2015/2144 K.)” Bir başka kararına göre, “Oluşa ve dosya içeriğine göre, samimi arkadaş olan sanık ile maktulün olay günü birlikte alkol alıp eğlence amaçlı iskambil oyunu oynadıkları, gecenin ilerleyen saatlerinde maktulün aşırı derecede sarhoş olması üzerine sanığın mekandan ayrılmak istediğini söylediği ve masadan kalktığı, bunun üzerine aynı masada bulunan maktulün sanığın gitmesini engellemek için onun omuzundan tuttuğu, sanığın ise maktulün elini hafifçe ittiği, sanığın bu eyleminin etkisi ile dengesini kaybeden maktulün geriye doğru sendeleyip yere düştüğü ve başını beton zemine çarpması nedeniyle oluşan beyin kanamasına bağlı olarak olaydan on gün sonra öldüğü olayda; sanığın maktulü itmekten ibaret eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 86/2. maddesi kapsamında kaldığı, ölüm ile eylem arasında illiyet bağı bulunduğu gözetildiğinde taksirle ölüme neden olma suçundan TCK’nın 85/1. maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, suçun nitelendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan hüküm kurulması hatalıdır. (Y1.CD, 27/05/2015 T., 2014/4086 E; 2015/3442 K.)

B.     Suçun Manevî Unsuru

Kasten öldürme suçu adından da anlaşılacağı üzere ancak kasten işlenebilir. Failin öldürme kastı yeterli olup, ayrıca bir saike gerek yoktur. Ancak ayrıca töre saiki gibi kanun koyucunun nitelikli hâl saydığı durum varsa bu nazara alınmalıdır.

Kasıtlı hareket etmediği anlaşılan failin eyleminin başka bir suçu oluşturup oluşturmadığı üzerinde durulmalıdır. Özellikle bu tartışma, ölüm neticesinin gerçekleşmediği durumlarda eylemin öldürmeye teşebbüs mü yoksa yaralama suçunu mu oluşturduğu konusunda çıkmaktadır. Failin kastı öldürme değilse, yaralama suçundan ceza verilmelidir. Kastı öldürme olduğu hâlde ölüm neticesi meydana gelmemişse teşebbüsten ceza verilmelidir.

Bazı durumlarda da failin kastı yaralama olduğu hâlde, beklenmedik şekilde ölüm meydana gelebilmektedir. Örneğin failin amacı mağduru yaralamak olup bacağına bir bıçak darbesi vurmuştur ve ancak bıçak atardamara denk geldiği için kan kaybından ölüm meydana gelmiştir. Bu durumda TCK m. 87/4 hükmü uygulanmalıdır. Bu hükmün uygulanma koşulları şöyledir:

a- Failin yaralama kastı ile hareket etmesi,

b- Mağdurun TCK’nın 86. maddesinin birinci maddesi kapsamında yaralanmış olması veya 86. maddenin birinci fıkrası kapsamındaki yaralama fiilinin üçüncü fıkra da ihlal edilmek suretiyle gerçekleştirilmesi,

c- Failin eylemi ile arasında illiyet bağı bulunacak şekilde mağdurun ölmesi,

d- Failin meydana gelen ölüm sonucuna ilişkin en az taksir derecesinde bir kusurunun bulunması,

Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekir.

Yargıtay’ın uzun süreden beri kastın varlığı hususunda belirlediği ve istikrarlı bir şekilde gözettiği birtakım ölçütler vardır. Bu ölçütler şunlardır:

  • Fail ile mağdur arasında olay öncesine dayalı, öldürmeyi gerektirir bir husumetin bulunup bulunmadığı,
  • Olayda kullanılan vasıtanın öldürmeye elverişli olup olmadığı,
  • Mağdurdaki darbe sayısı ve şiddeti,
  • Atış mesafesi,
  • Darbelerin vurulduğu bölgenin hayati önem taşıyıp taşımadığı,
  • Failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği,
  • Olay sonrası mağdura yönelik davranışları, başka bir anlatımla olayın kendine özgü tüm özellikleri dikkate alınarak saptanmalıdır[1].

Olası kastla işleme: Suçun olası kastla işlenmesi de mümkündür. Kasten öldürme suçu doğrudan kasıtla işlenebileceği gibi, TCK m. 21/2’de düzenlenmiş bulunan olası kast ile de işlenebilir. Olası kast, kişinin, suçun kanunî tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen fiili işlemesi hâlinde kendini gösterir. Öldürme eyleminin olası kastla işlenmesi halinde, suçun kasten işlenmesi halinde verilecek cezadan indirim yapılır. Olası kast, failin neticeyi öngörmüş olmasına rağmen, buna aldırmayarak eylemine direnmesi ve neticeyi göze almasıdır.

Kastın düzenlendiği TCK m. 21 gerekçesine göre;

Kast, kişi ile işlediği suçun maddî unsurları arasındaki psikolojik bağı ifade etmektedir. Suçun kanuni tanımındaki maddî unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi, kastın varlığı için zorunludur. Suç tanımında yer almakla birlikte, fiilin ifade ettiği haksızlık üzerinde etkili olmayan koşulların gerçekleştiğinin bilinip bilinmemesi, kastın varlığı açı­sından önem taşımamaktadır. Örneğin objektif cezalandırılabilme koşulunun arandığı suçlarda bu koşulun veya şahsî cezasızlık sebebinin fail tarafından bilinmesi gerekmez.

Madde metninde doğrudan kasttan ayrı olarak olası kast da tanımlan­mıştır.

Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullen­mektedir. Mevzuatımıza giren yeni bir kavram olan olası kastla ilgili uygu­lamadan bazı örnekler vermek yararlı olacaktır.

Yolda seyreden bir otobüs sürücüsü, trafik lambasının kendisine kır­mızı yanmasına rağmen, kavşakta durmadan geçmek ister; ancak kendilerine yeşil ışık yanan kavşaktan geçmekte olan yayalara çarpar ve bunlardan bir veya birkaçının ölümüne veya yaralanmasına neden olur. Trafik lambası kendisine kırmızı yanan sürücü, yaya geçidinden her an birilerinin geçtiğini görmüş; fakat, buna rağmen kavşakta durmamış ve yoluna devam etmiştir. Bu durumda otobüs sürücüsü, meydana gelen ölüm veya yaralama neticele­rinin gerçekleşebileceğini öngörerek, bunları kabullenmiştir.

Düğün evinde törene katılanların tabancaları ile odanın tavanına doğru ardı ardına ateş ettikleri sırada, bir kişinin aldığı alkolün de etkisi ile elinin seyrini kaybetmesi sonucu, yere paralel olarak yaptığı atışlardan bir tanesin­den çıkan kurşun, törene katılanlardan birinin alnına isabet ederek ölümüne neden olur. Bu örnek olayda kişi yaptığı atışlardan çıkan kurşunların orada bulunan herhangi birine isabet edebileceğini öngörmüş; fakat, buna rağmen silâhıyla atışa devam etmiştir. Burada da fail silâhıyla ateş ederken ortaya çıkacak yaralama veya ölüm neticelerini kabullenmiştir.

Verilen bu örneklerde kişinin olası kastla hareket ettiğinin kabulü ge­rekir.

Suçun olası kastla işlenmesi durumunda temel cezada indirim yapıl­ması öngörülmüştür.

Kasten işlenebilen suçlar, ilke olarak hem doğrudan hem de olası kastla işlenebilir. Ancak, kanundaki tanımında “bilerek” ifadesine yer veril­miş olan suçlar sadece doğrudan kastla işlenebilir. Örneğin iftira suçunda, failin suçsuz olduğunu “bilerek” kişiye suç isnat etmesi gerektiğinden, bu suç ancak doğrudan kastla işlenebilir.

III.   SUÇUN FAİLİ ve MAĞDURU

Kasten öldürme suçunun faili bir özellik taşımaz. Herkes bu suçun faili olabilir. Ancak fail ile mağdur arasında kanun koyucunun aradığı bir yakınlık olduğunda nitelikli hâl uygulanır. Örneğin eşe karşı öldürmede durum böyledir.

Suçun mağduru herkes olabilmekle birlikte, çeşitli durumlarda mağdurun durumu nitelikli hâl sayılmıştır. Örneğin çocuğa, eşe, boşandığı eşe karşı öldürme gibi eylemlerde nitelikli hâl uygulanır.

IV.   SUÇUN NİTELİKLİ HALLERİ

A. İlgili Mevzuat

Nitelikli haller

Madde 82- (1) Kasten öldürme suçunun;

  1. a) Tasarlayarak,
  2. b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek,
  3. c) Yangın, su baskını, tahrip, batırma veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silah kullanmak suretiyle,
  4. d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş, boşandığı eş veya kardeşe karşı,
  5. e) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
  6. f) (Değişik:12/5/2022-7406/2 md.) Kadına karşı,
  7. g) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
  8. h) Bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya da yakalanmamak amacıyla,
  9. i) (Ek:29/6/2005 – 5377/9 md.)Bir suçu işleyememekten dolayı duyduğu infialle,
  10. j) Kan gütme saikiyle,
  11. k) Töre saikiyle,

İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.

A. Tasarlayarak Öldürme

Kasten öldürme suçu tasarlayarak işlendiğinde bu durum nitelikli hâl sayılmıştır. Tasarlayarak öldürme konusu çeşitli Ceza Genel Kurulu Kararlarında şöyle açıklanmaktadır:[2]

“Gerek madde metninde gerekse gerekçesinde tasarlama kavramının tanımına yer verilmemiş, bu konunun açıklığa kavuşturulması, öğreti ve yargısal kararlara bırakılmıştır. Öğretide tasarlamayı açıklama bakımından soğukkanlılık ve planlama teorisi olarak iki görüş ileri sürülmüştür. Soğukkanlılık teorisine göre, tasarlayarak öldüren şahısta bir soğukkanlılık gözlenmektedir. Bu kişinin başkasını öldürürken hiç heyecan duymamış olması, ondaki ruhsal kötülüğü göstermektedir. Ayrıca fail, öldürme kararını önceden almış olmasına, araya zaman girmiş olmasına karşın, soğukkanlılığını korumuş ve bu karardan vazgeçmemiştir. Planlama teorisine göre ise, tasarlama ile işlenen öldürme suçlarında, suç, önceden kararlaştırılmış, hazırlanmış ve planlanmıştır. Bu hazırlık, pusu kurmak, mağduru ya da maktulü bulmak, hile ile öldüreceği yere getirmek şeklinde olabilecektir. Burada fail, önceden aldığı suç işleme kararını gerçekleştirmek için suçta kullanacağı araçları seçip, temin etmekte ve bu suçu nasıl işleyeceği konusunda plan yapmaktadır.

765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde, Ceza Genel Kurulunun 09.07.2002 tarihli ve 138-301 ile 03.12.2002 tarihli ve 247-414 sayılı kararlarıyla; “Failin bir kimseye karşı bir suçu işlemeye sebatla ve koşulsuz olarak karar vermesi, suçu işlemeden önce soğukkanlı bir şekilde düşündükten sonra ulaştığı ruhsal sükûnete rağmen kararından vazgeçmeyip ısrarla ve bu akış içerisinde fiilini icraya başlaması halinde tasarlamadan söz edilebilir. Tasarlama halinde fail, anında karar verip fiili işlememekte, suç işleme kararı ile fiilin icrası arasında bir süre geçmektedir. Fail bu süre içinde suçu işleyip işlememe konusunda düşünmekte, ancak tasarladığı suçu işlemekten vazgeçmemektedir. Failin suçu işlemekten vazgeçmesi fakat bir başka nedenle ve ani bir kararla fiili işlemesinde tasarlamadan söz edilemez. Suç işleme kararının ne zaman alındığı ve eylemin ne zaman işlendiği mevcut kanıtlarla saptanmalı, suç kararıyla eylem arasında geçen zaman dilimi içerisinde ruhi sükûnete ulaşılıp ulaşılamayacağı araştırılmalıdır.” sonucuna ulaşılmıştır.

Yerleşik yargısal kararlarda kabul edildiği ve tereddütsüz bir şekilde uygulandığı üzere, tasarlamadan söz edilebilmesi için; “Failin, bir kimsenin vücut bütünlüğü veya yaşam hakkına karşı eylemde bulunmaya sebatla ve koşulsuz olarak karar vermiş olması, düşünüp planladığı suçu işlemeden önce makul bir süre geçmesine ve ulaştığı ruhi sükûnete rağmen bu kararından vazgeçmeyip sebat ve ısrarla fiilini icraya başlaması ve gerçekleştirmeyi planladığı fiili, belirlenmiş kurgu dâhilinde icra etmesi” gerekmektedir. Nitekim CGK’nın istikrar kazanmış çok sayıda kararı da bu doğrultudadır.

Tasarlama hâlinde fail, anında karar verip fiili işlememekte, suç işleme kararı ile fiilin icrası arasında sükûnetle düşünebilmeye yetecek kadar bir süre geçmektedir. Fail bu süre içinde suçu işleyip işlememe konusunda düşünmekte ve suçu işlemekten vazgeçmemektedir. Failin suçu işlemekten vazgeçmesi ve fakat bir başka nedenle ve bir başka ani kararla fiili işlemesinde tasarlamadan söz edilemez. Suç işleme kararının hangi düzeydeki eylem için ve ne zaman alındığı ile eylemin şarta bağlı olmayan bu kararlılıktan ne kadar zaman geçtikten sonra işlendiği mevcut delillerle belirlenmeli, suç kararıyla eylem arasında geçen zaman dilimi içerisinde ruhi sükûnete ulaşılıp ulaşılamayacağı değerlendirme konusu yapılmalıdır.”

Diğer taraftan amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; suçsuzluk ya da masumiyet karinesi olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; in dubio pro reo olarak ifade edilen şüpheden sanık yararlanır ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi hâlinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate ya da herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkân vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.[3]

Konuya dair bir karara göre, “Mağdurun aylar önce sanıkla olan arkadaşlığını bitirmesine karşın sanığın bu durumu kabullenememesi, mağdura sosyal paylaşım siteleri ve cep telefonu vasıtasıyla tehdit içerikli mesajlar ve ölümü çağrıştıran şarkılar göndermesi, bizzat sanık müdafiince dinlenilmesi talep edilen tanıklar … ve …’in, sanığın suçta kullandığı tabancayı savunmasının aksine olay günü almadığını, aksine olaydan önceki tarihlerde dahi yanında silahla dolaştığını belirtmeleri, sanığın olay sabahı mağduru tenha bir ormanlık alana buluşma bahanesiyle çağırmış olması, mağdurun bu davete icabet etmemesi ve sanığın mesajlarına da cevap vermemesi üzerine mağdurun çalıştığı yeri bilen sanığın olay akşamı mağdurun iş yerinin yakınına giderek mağduru beklemeye başlaması, iş yerinden çıkan mağdurun yanına koşarak gittikten sonra mağdurla aralarında herhangi bir konuşma geçmeden, tabancasını mağdura doğrultması, mağdurun göğüs ve karın bölgesini hedefleyerek birden fazla kez ateş etmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde; sanığın kendisi ile birliktelik kurmak istemeyen mağduru öldürme hususunda olaydan günler önce karar alıp bu maksatla tabanca temin ettiği ve düşünüp planladığı bu suçu işlemeden önce uzunca bir süre geçmesine ve ulaştığı ruhi sükûte rağmen kararından vazgeçmeyip sebat ve ısrarla fiilini icraya başladığı, belirlenmiş kurgu dâhilinde planladığı fiili icra ederek mağduru tasarlayarak öldürmeye kalkıştığı ancak işlemeyi kastettiği bu suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlamasına karşın elinde olmayan sebeplerle tamamlayamaması nedeniyle sanığın eyleminin teşebbüs aşamasında kalan tasarlayarak kasten öldürme suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.” (YCGK, 29/05/2024 T., 2023/288 E., 2024/170 K.)

B.     Canavarca Hisle veya Eziyet Çektirerek Öldürme

TCK m. 82/1-b hükmünde aslında iki tane ağırlatıcı sebep öngörülmüştür. Bunlardan bir tanesi suçun “canavarca hisle” işlenmesi; diğeri ise, suçun eziyet çektirerek işlenmesidir. Bunlardan herhangi birisi olayda varsa nitelikli hâl uygulanır. Örneğin kişiyi sadistçe öldürmek, yakarak öldürmek, organlarını parça parça keserek ölüme ilerlemek gibi durumlarda canavarca his veya eziyet çektirme hâli vardır.

C.     Yangın, Su Baskını, Tahrip, Batırma veya Bombalama Ya Da Nükleer, Biyolojik Veya Kimyasal Silah Kullanmak Suretiyle Öldürme

Kanun koyucu, Türk Ceza Kanunu’nun 82/1-c maddesinde, insan öldürme eyleminin, yangın, su baskını, tahrip, batırma, veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silah kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesini ağırlaştırıcı neden olarak kabul etmiş ve daha ağır cezai yaptırım uygulanmasını kabul etmiştir.

Yangın, su baskını, tahrip, batırma, veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silah kullanmak suretiyle insan öldürme eyleminin ağırlaştırıcı neden olarak kabul edilmesinin sebebi, bir insanı öldürmek için toplumu bir tehlikeye maruz bırakmaktır.

D.     Üstsoy veya Altsoydan Birine ya da Eş, Boşandığı Eş veya Kardeşe Karşı Öldürme

Kanun koyucu belli yakınlıktaki kişilerin öldürülmesini nitelikli hâl saymıştır. TCK m. 82/1-d hükmüne göre, kasten öldürmenin “Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş, boşandığı eş veya kardeşe karşı” işlenmesi nitelikli hâl sayılmıştır. Örneğin anne, baba, dede, nine, çocuk, torun, eş, boşandığı eş veya kardeşe karşı gerçekleşen cinayetlerde bu nitelikli hâl uygulanır.

E.     Çocuğa ya da Beden veya Ruh Bakımından Kendisini Savunamayacak Durumda Bulunan Kişiye Karşı Öldürme

TCK m. 82/1-e hükmüne göre, kasten öldürmenin “Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı” işlenmesi nitelikli hâl sayılmıştır. Çocuk deyiminden; henüz onsekiz yaşını doldurmamış kişi anlaşılır (TCK m. 6). Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişi kavramından ise, kişinin ihtiyar, sakat, yatalak hasta, akıl hastası, uyku halinde veya uyuşturucu madde etkisi altında olmasını ifade eder.

F.      Kadına Karşı Öldürme

TCK m. 82/1-f hükmüne göre, kadına karşı öldürme suçu nitelikli hâl sayılmıştır. Bu nedenle, kadına karşı cinayetlerin önüne geçilmek istenmiştir. 27/05/2022 tarihli R.G.’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 7406 s. kanunla TCK m. 82/1-f bendi değişikliğe uğramış ve “kadına karşı” öldürme eylemleri nitelikli hal kapsamında sayılmıştır. 7406 s. kanunla yapılan değişiklikten önce söz konusu bent “gebe olduğu bilinen kadına karşı” idi. Bu değişiklikle, artık kadının gebe olup olmadığına bakılmaksızın kadına karşı işlenen tüm öldürme eylemleri nitelikli hâl kapsamında olacaktır.

G.     Kişinin Yerine Getirdiği Kamu Görevi Nedeniyle Öldürme

TCK m. 82/1-g hükmüne göre, kasten öldürme suçunun kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle gerçekleştirilmesi nitelikli hâl sayılmıştır. TCK m. 6 hükmüne göre, kamu görevlisi deyiminden; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi anlaşılır. Örneğin verdiği karardan dolayı bir hâkimin öldürülmesi, hacze gelen kolluk veya icra memurunun öldürülmesi, mahkemede tanıklık yapan kişinin öldürülmesi, trafik cezası uygulayan polisin öldürülmesi gibi eylemler bu bent kapsamına girer.

 

H.     Bir Suçu Gizlemek, Delillerini Ortadan Kaldırmak veya İşlenmesini Kolaylaştırmak ya da Yakalanmamak Amacıyla Öldürme

TCK m. 82/-h hükmünde düzenlenmiş bulunan bu nitelikli halin uygulanması söz konusu olduğunda iki ayrı suç kendini göstermektedir. Fakat bu suçların her ikisinin de tamamlanmış olması gerekmez. Bu suçlardan biri amaç suçu (herhangi bir suçu), diğeri araç suçu (insan öldürme suçunu) oluşturmaktadır. Yukarıda belirttiğimiz gibi, bu nitelikli halin uygulanabilmesi için suçların tamamlanması gerekmez. Eğer tamamlanmışsa, burada gerçek içtima kuralları uygulanarak her iki suçtan hüküm kurulacak, yok eğer tamamlanmamış olup teşebbüs aşamasında kalmış ise, bu durum nazara alınarak teşebbüsten hüküm kurulacaktır.[4]

İ.       Bir Suçu İşleyememekten Dolayı Duyduğu İnfialle Öldürme

TCK m. 82/1-i hükmünde düzenlenmiş bulunan bu nitelikli halde, insan öldürme suçu bir başka suçla bağlantılıdır. Başka bir suçu işleyememekten kaynaklanan öfke ve infial ile öldürme eylemi gerçekleştirilmişse bu nitelikli hâl uygulanır. Örneğin yolda durdurduğu mağdurdan zorla para alarak yağma eylemine kalkışan failin, mağdurun mücadele etmesine sinirlenerek suçu daha gerçekleştirmemesi nedeniyle kafasına sıkarak öldürmesi olayı buna örnektir.

J.       Kan Gütme Saikiyle Öldürme

Özellikle doğu illerimizde sıkı akrabalık ilişkilerinin de etkisi nedeniyle görülen kan gütme saikiyle öldürme ile mücadele için TCK m. 82/1-j hükmünde bu durum nitelikli hâl sayılmıştır. Kan gütme saiki çeşitli Yargıtay kararlarında detaylı şekilde açıklanmıştır. Buna göre:[5]

765 sayılı TCK’nın 450. maddesine, 15.07.1953 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6123 sayılı Kanun ile 10. fıkra olarak eklenen kan gütme saiki ise, TCK’nın 82. maddesinin 1. fıkrasının (j) bendinde, kasten öldürme suçunun nitelikli hâllerinden biri olarak düzenlenmiştir. TCK’nın hem 82.maddesinin metninde hem de gerekçesinde kan gütme saiki kavramının tanımına yer verilmemiş, bu konunun açıklığa kavuşturulması, öğreti ve uygulamaya bırakılmıştır.

Öğretide de benimsenen ve hâlen uygulanma şartları bulunan Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 04.06.2013 tarihli ve 1564-281 sayılı, 04.05.1999 tarihli ve 91-93 sayılı, 25.03.1997 tarihli ve 25-61 sayılı, 11.06.1996 tarihli ve 105-130 sayılı, 14.10.1991 tarihli ve 230-264 sayılı, 11.03.1991 tarihli ve 36-76 sayılı ile 18 .02.1991 tarihli ve 1-41 sayılı kararları ile kasten öldürme suçlarına ilişkin hükümlerin temyiz incelemesini yapan Özel Dairenin yerleşik kararlarında kabul edildiği üzere kan gütme; failin, daha önce öldürülen bir kimsenin intikamını almak için ilk olayın doğurduğu elem ve infial geçtikten sonra, suçlunun mensubu bulunduğu gruptan birisini veya suçluyu öldürmesi hâlinde söz konusu olur.

Sözlük anlamı sevk eden, götüren olarak açıklanan saik; ceza hukuku açısından failin eyleme geçmesine etken olan neden veya nedenlerdir. Kanunun suç unsuru veya nitelikli hâl olarak kabul ettiği durumlarda saike itibar edilmelidir.

Kasten öldürme suçunun kan gütme saiki ile işlendiğinin kabulü için aşağıdaki şartların gerçekleşmesi gerekir:

a- Olaya neden olan önceki olay, ölümle sonuçlanmış olmalıdır.

b- Fail, önceki suçun failini veya onun mensubu bulunduğu grup ya da aileden birisini, öç alma duygusuyla ve bir görev bilinciyle öldürmelidir.

c- İlk öldürülen ile ikinci suçun faili arasında kan hısımlığı şart olmayıp, suçun münhasıran kan gütme saiki ile işlenmesi yeterlidir.

d- İlk öldürme olayı ile ikinci olay arasında çok kısa olmayan bir süre geçmeli, bu süre içinde fail, ilk öldürme olayından duyduğu her türlü acı, kızgınlık ve öfkeden arınarak geleneklerin etkisiyle bir görevi yerine getirme istek ve bilinciyle hareket etmelidir.

Kasten öldürme suçunun kan gütme saikiyle işlendiğinin kabulü için ilk öldürme olayı ile ikinci olay arasında çok kısa olmayan bir sürenin geçmesi gerektiği kural olarak kabul edilmiş ise de, Ceza Genel Kurulunun 12.11.1973 tarihli ve 321-688 sayılı kararında, ikinci öldürme fiilinin mağdurunun ilk öldürme fiilinin faili değil de onun bir yakını olması hâlinde, iki öldürme olayı arasında çok kısa bir zaman geçmiş olsa dahi, kan gütme saikiyle hareket edildiğinin kabulü gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Fail, münhasıran kan gütme saiki ile değil, başka sebepler nedeniyle suçu işlediğinde, bu nitelikli hâlin uygulanması mümkün değildir. Failin, eylemi gerçekleştirmesinin bir başka sebebe bağlanamadığı, münhasıran kan gütme saiki ve görev bilinci ile kasten öldürme suçunu işlediği hâllerde ise kan gütme saiki ile öldürme gündeme gelecektir.

Kan gütme saikinden söz edilebilmesi için failin daha önce öldürülen bir kimsenin intikamını almak amacıyla ilk olayın doğurduğu eylemin infiali geçtikten sonra geleneklerin etkisi veya bir görevi yerine getirme isteğiyle suçlunun mensup olduğu aile veya gruptan birinin öldürülmesi gerektiği, Özel Dairenin yerleşmiş içtihatlarına göre önceki öldürme suçuna fail, yardım eden veya azmettiren olarak iştirak edenlere karşı gerçekleştirilen öldürme eylemlerinin kan gütme saikiyle işlenmiş sayılmayacağı gözetilmelidir.”

K.     Töre Saikiyle Öldürme

Töre saikiyle insan öldürme, 5237 sayılı TCK’nın 82/1-k hükmüyle kasten insan öldürme suçunda nitelikli hal olarak kabul edilmiştir.

Töre, bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış veya yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların ve izlenen yolların bir bütününü ifade etmektedir. Toplumları toplum yapan bu ortak payda, toplumumuzda uzun süreden beri yer alan ve belli bir olay karşısında aynı biçimde davranılması ve bu davranış biçiminin zorunlu olduğu inancının oluştuğu, devlet gücü tarafından desteklenerek yaptırıma bağlanan ve yazılı olmayan bir hukuk kuralı niteliğini haizdir[6].

Töre saikiyle öldürme suçu Yargıtay CGK kararlarında şu şekilde açıklanmıştır:[7]

“Töre saikiyle öldürme suçu ise; 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 82. maddesinin 1. fıkrasının (k) bendinde, kasten öldürme suçunun nitelikli bir diğer hâli olarak düzenlenmiştir. 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda yer almayan ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile somut bir norm olarak hukukumuza giren töre saikinin tanımı yasada yapılmamış, bu kavramdan ne anlaşılması gerektiği, toplumsal yapıdaki dinamizm de nazara alınarak uygulama ve öğretiye bırakılmıştır.

Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde:

“Saik” kavramı; “sebep, güdü”,

“Töre” kavramı; “bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü, âdet, bir toplumdaki ahlaki davranış biçimleri, adap”,

“Namus” kavramı; “bir toplum içinde ahlak kurallarına ve toplumsal değerlere bağlılık, iffet, doğruluk, dürüstlük”,

“Töre cinayeti” kavramı ise; “bazı bölgelerde geleneksel anlayışlara uymama sebebiyle genellikle genç kız veya kadınların ailesinin kararıyla yine aileden biri tarafından öldürülmesi” şeklinde açıklanmaktadır.

Bu tanımlamalardan, töre ve namusun, birbirlerine kısmen benzer ve yakın olmakla birlikte birbirlerinden ayırt edilmesi gereken farklı kavramlar olduğu görülmektedir.

Töre belli koşullarda namusu da içine alan bir üst kavram ise de, öncelikle töre ve namus cinayetlerinin aynı kapsamda olmadığı belirtilmelidir. Ait olunan toplulukta geçerli ve herkes tarafından kabul edilen töre gereğince namus cinayeti işlenmesi olanaklı olup bu durumda kasten öldürme fiilinin töre saikiyle işlendiği kabul edilebilir. Ancak bununla birlikte toplumda “namus cinayeti” olarak adlandırılan her kasten öldürme eyleminin töre saikiyle işlenmediği ve bu tür eylemlerin kişilerin kendi namus anlayışının bir sonucu olarak ve töre ile yakından uzaktan ilgisi olmayacak şekilde gerçekleştirildiği de gözden uzak tutulmamalıdır.

Töre saikiyle hareket ederek kasten öldürme suçunu işleyen fail, görev bilinciyle hareket etmekte ve hukuk düzenince uygun görülmeyerek cezalandırılan bu davranışı nedeniyle ait olduğu toplulukta saygınlık ve itibar kazanmakta, hoş görülmekte ve korunmaktadır. Oysa töre saikinden bağımsız olarak kendi namus anlayışının bir sonucu olarak kasten öldürme fiilini gerçekleştiren fail açısından aynı durum söz konusu olmamaktadır.

Nitekim öğretide töre saikiyle işlenen namus cinayetlerine ilişkin olarak; “namus cinayetleriyle kastedilen medeni durumlarından bağımsız olarak kadınların aile namusunu ve şerefini kurtarmak adına, geniş anlamda ve çekirdek aileyle sınırlandırılamayacak bir ailenin üyeleri tarafından öldürülmeleridir”(Ece Göztepe, Namus Cinayetlerinin Hukuki Boyutu: Yeni TCK’nın Bir Değerlendirmesi, TBB Dergisi, s.59, sh.29, 2005.), “Töresel olmayan ama yaygın rastlanan bazı haller konusunda bir açıklık getirmemiş olmakla birlikte, Kanun, feodal toplumun, feodal toplum kalıntısı toplumların töresel bir davranışı olan namus kurtarmak saikiyle insan öldürmeyi suçu ağırlatan neden sayması övülecek, yerinde bir davranış olmuştur…Töre saikiyle öldürmenin kabul edilebilmesi ve cezanın artırılabilmesi için, bizce, öldürme fiili, namus kurtarmak adına, aile meclisinin kararı olarak, kirlendiği düşünülen kadın veya kızın yahut birlikte kirletenin öldürülmesi biçiminde gerçekleşmiş olmalıdır” (Zeki Hafıoğulları ve Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Kişilere Karşı Suçlar, sh. 54.) şeklinde açıklamalar yapılmaktadır.

Diğer taraftan 5237 sayılı TCK’nın “Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi” başlıklı 2. maddesinin 3. fıkrasında; “Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz” hükmü getirilmiştir. Maddenin gerekçesinde; “Böylece ceza kanunlarının bireye güvence sağlama işlevinin bir gereği daha yerine getirilmiş olmaktadır. Yeni tarihli ceza kanunlarında da kıyas yasağına ilişkin olarak açık hükümlere yer verilmektedir. Örneğin yeni Fransız Ceza Kanununda bu husus ‘ceza kanunları dar yorumlanır’ biçiminde ifade edilmiştir. Kıyas yasağıyla getirilen güvencenin tam anlamıyla uygulanabilmesini mümkün kılmak amacıyla, kıyasa yol açacak şekilde yapılacak geniş yoruma da başvurulamayacağı açıkça ifade edilmiştir. Ancak bu hükümle ceza hukukunda genişletici yorum tümüyle yasaklanmamakta, sadece bu yorum biçiminin kıyasa yol açacak şekilde uygulanmasının önüne geçilmek istenmektedir” denilmiştir.

Gerek 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun hazırlık çalışmaları, gerekse öğretideki görüşler yasal düzenlemeler ile birlikte değerlendirildiğinde, yasa koyucunun bilinçli bir tercih olarak “töre saiki” kavramına yer verdiği ve “namus saiki” kavramını kullanmadığı, töre saiki ile işlenen namus cinayetlerinin bu kapsamda mütalaa edilmesini arzu ettiği, buna karşın toplumda “namus cinayeti” olarak adlandırılan her kasten öldürme fiilini töre saikiyle kasten öldürme içinde değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin bir iradesinin bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Yasa koyucunun öngörmediği bir şekilde namus saiki ile töre saiki kavramlarının özdeşleştirilmesi, yasa maddesinin kıyasa yol açacak şekilde geniş yorumlanmasıdır ki buna 5237 sayılı TCK’nın 2/3. maddesi uyarınca yasal olanak bulunmamaktadır.”

V.     SUÇUN ÖZEL GÖRÜNÜŞ BİÇİMLERİ

A.     Teşebbüs

TCK m. 35/1’e göre, “kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur.” Görüldüğü gibi 5237 sayılı TCK ile, 765 sayılı TCK’da düzenlenmiş bulunan eksik teşebbüs uygulamasına son verilmiştir. Dolayısıyla artık ayrım yapılmadan, kişinin işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle suçu tamamlayamaması halinde teşebbüs hükümlerine göre uygulama yapılacaktır. Bu anlamda insan öldürme suçu da teşebbüse elverişli bir suçtur. Yani öldürme kastıyla hareket eden, fakat elinde olmayan nedenlerle icra hareketlerine başladığı halde ölüm olayını geçekleştiremeyen bir şahıs, insan öldürme suçuna teşebbüsten sorumlu tutulacaktır.

Kasten öldürme suçunda teşebbüs hükümlerinin uygulanabilmesi için doğal olarak ölüm sonucunun gerçekleşmemiş olması gerekir. Ölüm sonucunun gerçekleşmediği durumlarda, karşımıza hukuki nitelendirme konusunda bir problem çıkmaktadır. Acaba failin eylemi öldürmeye teşebbüs müdür, yoksa yaralama mıdır? Bu problem de, yukarıda manevi unsur bölümünde incelemiş bulunduğumuz kastın tespitine yönelik kriterlerden faydalanılarak kastın belirlenmesi suretiyle çözümlenir. Ölüm sonucunun gerçekleşmemesi halinde, kastın tespitine yönelik yapılacak irdeleme ve inceleme neticesinde, failin öldürme kastıyla hareket ettiği sonucuna ulaşılırsa kasten öldürmeye teşebbüs; yaralama kastıyla hareket ettiği sonucuna ulaşılırsa, meydana gelen yaralanmanın niteliğine göre TCK m.86’ya göre kasten yaralama veya TCK m.87’ye göre neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçundan sorumlu olur.

Teşebbüs halinde alt sınırdan ceza takdiri  hiç isabet olmaması halinde uygulanır. Yargıtay’ın bir kararına göre,  “Sanık Mustafa’nın olay tarihinde göğüs bölgesinden ateşli silah ile  toraksa  nafiz olacak, pulmoner kontüzyona ve hayati tehlike geçirmesine neden olacak şekilde mağdur Soner’i yaraladığı olayda, tehlike ve zararın ağırlığı birlikte dikkate alınarak 5237 sayılı Yasanın 9 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası öngören 35. maddesinin uygulanması sırasında alt ve üst sınırlar arasında makul bir ceza tayini yerine, sadece hiç isabet bulunmayan hâllerde uygulanabilecek şekilde 9 yıl ceza verilmesi, hatalıdır.” (Y1.CD, 02/07/2015 T., 2015/210 E., 2015/4260 K.)

Yargıtay’a göre olası kastla öldürmeye teşebbüs edilemez. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.04.2015 tarihli 2014/1-256 E. 2015/100 K. ve 18.10.2018 tarihli 2017/1-908 E. 2018/445 K. sayılı kararlarında; olası kast netice ile belirli hale gelir ve fail ancak meydana gelen neticeden sorumlu tutulabilir. “Dolus indeterminatus determinatur ab eventu” kuralı gereğince, sanığın eylemi sonucu hangi netice gerçekleşmiş ise failin bundan sorumlu olacağı yönündedir. Yani olası kast halinde netice kastı belirler kuralı geçerlidir. Gerçekleşme ihtimali bulunan neticelere teşebbüs kabul edilemez. Olası kastla hareket edilmesi sonucunda yaralama gerçekleşmişse, yaralama ne kadar ağır olursa olsun fail olası kastla yaralamadan sorumlu olacak, eylem olası kastla öldürmeye teşebbüs olarak nitelendirilmeyecektir. Bu kabulün diğer bir yönü de olası kastla hareket eden birden fazla failin benzer eylemlerinde neticeden sorumlu tutulabilmeleri için neticenin hangisinin eylemi ile meydana geldiğinin mutlak suretle tespit edilmesi gerekliliğidir. “Olası kastı netice belirler kuralı” gereğince öğreti ve uygulamada da hâkim görüş; Sanığın eylemi sonucu hangi netice gerçekleşmiş ise failin ondan sorumlu olacağı yönündedir. (Yargıtay 1. Ceza Dairesi-Karar:2021/14799).

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 08.07.2008 tarihli ve 2008/1-88 E., 2008/184 K. sayılı kararına göre ise, öldürme kastının varlığı için;

1-) Fail ile mağdur arasında olay öncesine dayalı, öldürmeyi gerektirir bir husumetin bulunup bulunmadığı,

2-)Olayda kullanılan vasıtanın öldürmeye elverişli olup olmadığı,

3-) Mağdurdaki darbe sayısı ve şiddeti,

4-)Darbelerin vurulduğu bölgenin hayati önem taşıyıp taşımadığı,

5-) Failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir sebepten dolayı mı son verdiği,

6-) Olay sonrası mağdura yönelik davranışları

Hususları dikkate alınmalıdır.

Failin kastının belirlenmesinde başvurulan ölçütlerden hepsinin, öldürme kastını ortaya koyacak şekilde aynı olayda gerçekleşme zorunluluğu yoktur. Ölçütlerden sadece birisinin gerçekleştiği durumda, failin kastının insan öldürmeye yönelik olduğu; buna karşılık ölçütlerden çoğunun gerçekleştiği durumlarda failin kastının yaralamaya yönelik olduğu söylenebilir. Örneğin, mağdura karşı bıçakla birden fazla darbede bulunulması ve tarafların arasında daha önceden bir husumetin bulunması halinde şayet darbe, mağdurun hayati bölgesine vurulmamışsa veya mağdurun hayati bölgesine karşı hareket etmesine rağmen, öldürmeye elverişli bir aletle saldırı söz konusu değilse öldürme kastından değil, yaralama kastından bahsedilebilecektir. Bu açıdan esas olan, somut olayın özelliğidir. Hakim, yukarıda sayılan şartlar çerçevesinde karar tesis ederken ‘şüpheden sanık yararlanır’ ilkesini de gözetmeli ve sanıkların öldürme kastı ile hareket ettiği hususunda tereddüt yaşadığı halde kasten yaralama hükümlerini uygulamalıdır.

Failin kastının belirlenmesinde kullanılan ve yukarıda sayılan ölçütler alternatif ölçütler olmadığı gibi hepsinin aynı olayda gerçekleşmesi biçiminde zorunlu unsurlar da değildir. Bazen öyle olaylar olabilir ki yukarıdaki ölçütlerden birisi bir olayda gerçekleştiğinde failin kastı öldürmeye yönelik kabul edilebilecekken, bu ölçütlerden çoğunun gerçekleştiği bazı durumlarda failin kastının yaralamaya yönelik olduğu olayın özelliğine göre söylenebilir.

B.     İştirak

Kasten öldürme suçu iştirak halinde işlenmeye müsait suçlardandır. Örneğin iki kişinin mağdura ateş ederek öldürmeleri olayında iki tane şerik vardır ve ikisi de kasten öldürme suçundan aynı cezaya mahkûm edilir. Yeni Ceza Kanunumuza göre, suçun kanunî tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur.

Müşterek faillik, TCK m. 37/1 hükmünde düzenlenmiştir. Buna göre, “Suçun kanuni tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur.”

Kişinin eyleminin, bir suça katılma aşamasına ulaşıp ulaşmadığı, ulaşmışsa da suça katılma düzeyinin belirlenmesi için, eylemin bir aşamasındaki durumun değil, eylemin yapılması için verilen kararın, bu kararın icra ediliş biçiminin, olay öncesi, sırası ve sonraki davranışların da dikkate alınıp, tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi gerekir. Zira “yardım etme”yi müşterek faillikten ayıran en önemli unsur, kişinin suçun işlenişi sırasında fiil üzerinde ortak hâkimiyetinin bulunmamasıdır.

Azmettirme, belli bir suçu işleme hususunda henüz bir fikri olmayan bir kişinin başkası tarafından bu suçu işlemeye karar verdirilmesidir. İzlenen suç politikasının gereği olarak, azmettirenin suçun kanundaki tam cezası ile cezalandırılacağı kabul edilmiştir[8].

Kasten öldürme suçunda azmettiren, azmettirdiği suçun cezası ile cezalandırılacaktır.

C.     İçtima

Kasten insan öldürme suçu zincirleme şekilde işlenmeye müsait olsa da, bu suçta zincirleme suç hükümleri uygulanamaz. Zira TCK m. 43/3 hükmüne göre, “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz.” Dolayısıyla, kasten öldürme suçunda TCK m. 43/1 ve 2. fıkralarına uyan durumlarda gerçek içtima hükümleri uygulanarak her bir suç için failin cezalandırılması yoluna gidilecektir.

 

VI.   GÖREVLİ ve YETKİLİ MAHKEME

Kasten öldürme suçlarını yargılama görevi, bu suça ilişkin cezanın üst sınırı 10 yıldan fazla olduğundan, Ağır Ceza Mahkemesine aittir (5235 s.k. m. 12). Failin çocuk olması halinde, varsa davanın çocuk ağır ceza mahkemesinde görülmesi gerekir. Yetkili mahkeme, öldürme sonucunu doğuran fiilin yapıldığı yerdir.

VII.  SUÇUN YAPTIRIMI

Kasten öldürme suçunun basit halinin yaptırımı müebbet hapistir (m. 81). Nitelikli hallerinin yaptırımı ise ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır (m. 82).

VIII. SUÇUN SORUŞTURULMASI ve KOVUŞTURULMASI

Kasten öldürme suçu kamu düzenini ilgilendiren en ağır suçlardan biridir ve soruşturma ve kovuşturma yapılması için şikâyet aranmaz; re’sen soruşturma yapılır.

[1]     YCGK, 30/05/2017 T., 2017/146 E., 2017/300 K.; YCGK, 03/04/2018 T., 2018/17 E., 2018/136 K.

[2] YCGK, 29/05/2024 T., 2023/288 E., 2024/170 K.

[3] YCGK, 14/11/2023 T., 2022/512 E., 2023/598 K.

[4] Halil POLAT, Ceza Hakiminin Başvuru Kitabı, 5. Baskı, s. 315.

[5] YCGK, 14/02/2024 T., 2023/276 E., 2024/54 K.

[6]     PARILTI, Yılmaz, Adalet Bakanlığı Adalet Dergisi, 29.sayı, Eylül 2007, s. 206.

[7] YCGK, 18/02/2021 T., 2019/542 E., 2021/42 K.

[8]     Madde gerekçesinden

Av. İltan Ekmekçioğlu

Menü